2 Haziran 2008 Pazartesi

Gidiyoruz, geleceğiz


Gece bir şekilde Sinanın yatağında yatmam gerekti. Bu "bir şekilde"yi şöyle açıklamalıyım: Her akşam başka başka şekillerde ne oluyorsa oluyor ve ben ne kadar niyetlensem de kendi yatağıma ulaşamıyorum. Ya üstü dolu oluyor, ya çocuklar çoktan kapmış oluyor, ya da Kaya ile tv karşısında uyuyakalıyoruz. Ve ben her sabah "bura nere, ben nerdeyim bea?" diyerek başlıyorum yeni güne... Evin salonu, holü, bilimum yerlerinde uyumuşluğum olmasına karşın Sinanchanın yatağında ilk yatışımı dün gerçekleştirdim. Ve oğluşumun neden emekli amcalar gibi sabahın 6'sında uyanıp kaplumbağasına yem verdiğini, buzdolabından muz alıp yediğini, oyuncaklarıyla biraz oynadıktan ve faaliyet kitabı karıştırdıktan sonra canı sıkılmış halde beni uyandırdığını anladım: güneş yemiyor içmiyor sabah ilk ışınları için Sinanın yatağını hedef alıyor. Hiç kaçarı yok, gözünü açmamakta dirensen vücudunu ter basıyor, rüyanda Lost adasında öğlen 12'de güneşlendiğini görürken aslında Ankaranın ünsüz güneşi sana kalk len artık diyor... Eh eşek değil, koskoca harlı güneş bu, kızdırmaya gelmez, soğutayım desen espri kaldırmaz, kalkıyor oğluşum da tüm neşesi ve konuşkanlığı ile...

Yarın İzmire gidiyoruz. Beni aldı bir telaş, ev dandini: düzelt, dişin dolgusu düştü: Samii kurtar, bavul yatak odasında yarı açık yatıyor: güneeeş onu da kaldır, Sinanın doğumgünü kutlanacak: kağıt tabak bul, balon edin, fön çektir, giyecek başka bir elbise bul...

Bizimkiler çok uzun süredir uçak denilen kocaman çelik kuşa binmeye can atıyordu. Nasıl uçabilir, kaç hızda gider, kim sürer hem, bulutlarla çarpışmaz mı, kuşlarla yarışınca kim kazanır, tüm bunları öğrendiler, dahası çok alakasız ama kitabın birinde metal eşyaların bazı parçalarının geri dönüşümlerde uçak yapımında kullanıldığı yazıyordu, ben bu ergin halimle çocuk aklıyla yarışamadığımdan bunu okur okumaz unutmuştum ama onlar gak desem hatırladıkları için hangi metal eşyanın uçağın hangi bölümünde kullanıldığı gibi tuhaf soruları bile sordular. Kimi zaman ana babalar bilmeseler bile biliyormuş gibi yapmalı ve şunun gibi yaratıcı cevaplar vermeliler bence: uçağın kanadının ucunda küçücük bir bölüm var, daha iyi uçmasını ve dengede durmasını sağlar, onda kullanılıyor olmalı. Nasıl? eriterek ve tekrar dondurarak. Nerede? geri dönüşüm merkezlerinde eritilir, uçak yapım fabrikalarında soğutulur (çok saçma oldu ama idare etsin). Fabrika nedir? birşeyler üretilen kocaman yer. Mesela çiçek gibi mi? Hayır çiçekler doğada olur. Anne doğa tam olarak nedir? Doğa, doğa.... doğa çevremizdeki çiçekler böcekler ve ağaçlardır (Allahım çok utandım bu cevabı verirken). Bi de arabalardır di mi? Hayır arabaları insanlar üretir. Çiçekleri kim üretir? Çiçekler doğada vardır, bazen de onları özel olarak üreten insalar vardır (cevaplar gitgide saçmalıyor). Onlara ne denir? Galiba çiçekçi, seracı filan denir (karar ver kardeş sen de). İyi, ben büyünce çiçekçi olacağım (Oh bee aman ol, ister marangoz ol, yeter ki bitsin şu sorgu)... Sorular öyle ani geliyor ki, sınıfta birden sözlü yapmaya karar veren öğretmenin ilk kurbanı gibi hissediyor insan kendini, bildiğini de unutuyor. Ayrıca hiç bir hoca, uçak konusundan girip çiçekçilikten çıkacak denli insafsız olamaz herhalde...

Çağlacım 6 yaşına girdi vallahi de. Hiç öyle zaman çabuk geçiyor geyiklerine giremeyeceğim, ayrıca hiç bir şeyin çabuk geçtiği de yok. Ama büyüdüklerini görmek bende acayip bir mutluluk yaratıyor. Hem sanırım artık alıştım anneliğe:)

Canım güzel kızımın gözleri hep şimdiki gibi parlasın istiyorum, karşısına her ne çıkarsa çıksın hep mutlu ve huzurlu olsun...

4 yorum:

Nazlila dedi ki...

Iste yine güzel bir blog dahaa.. Güldüm epeyce.. :)) Caglacim yaa, dogdugu günün ertesi miydi, neydi, size gelmistik Tolga'yla, elimizde de hediye olarak bir paket Prima! Onu hatirladim simdi birden.. Yerim onu ben!

Nazlila dedi ki...

Aman da aman, Caglacik gazetelere de cikmis, yerim ben onu :))

Pinar dedi ki...

aaa cok güldürdün yine beni allah ta güldürsün maa ailenizi...

kelebek dedi ki...

yazılarını okudum çok tatlısın