31 Mayıs 2011 Salı

dinle küçük kadın...

bu dünyada, birilerini yok sayarak, hayatından çıkararak, orta yaşın yaklaşırken yepyeni hayatlara (hem de altyapın olmadan) atlayarak bir yerlere varamazsın. bu yaşına kadar yaşadıkların sana ders vermediyse, şimdi k.çını yırtsan hiç bir şey sana ders olmaz.

sorun bizde değil canım. inan ki sorun sende. bilmem ki birgün bunu anlayacak mısın...

biz demek istemezdim elbet, ama şu durumda ben demek küçük kalıyor.

önemli olan, iyi veya kötü olduğun, değerli veya aşağılık olduğun değil. önemli olan yaşadığın hayattan memnun olup olmaman. sen memnun değildin ki değiştirdin. ama değiştirirken gereksiz yere eledin. ben ise, yaşadığım hayattan memnunum ki, sen kabul etseydin seni elemeyi aklımdan bile geçirmezdim.

ama şimdi, yolda görsem merhaba der miyim bilmiyorum. gerekli miydi bu, tartışılır.

çok yanlış tanımışım seni. yanlıştan da sen döndün gerçi...

yolun hep açık olsun. ama senin yolun yol değil, onu bilesin...
sarhoşuum sarhoooş.

Atam izindeyiz, sirozdan öleceğiz durumları...

Böyle başlamayacaktım ben ya yazıma. Ama hava öyle güzel ki şu anda. Ve Kaya öyle bir saatte geldi ki eve. Hani oturup iki muhabbet etmesem olmazdı. O zaten içmişti, ben içmesem ayıptı. Muhabbet dediğim şeyi yarın hatırlayınca yuh diyeceğim mutlaka. Böyle ufak tefek, önemsiz şeyler konuşulur mu len, kocanı kaçımaya mı çalışıyorsun yoksa?

Şimdi, bu değildi bahsedeceğim şey aslında. Sarhoş hep olunur di mi? en azından ben, bu yaşıma dek hep 2-3 birayla çakırkeyif olmayı becermişimdir. Çakırkeyifliği hep sarhoşluk zanneden de ben. olsunmuştu, kafamı seviyorum.

ne yazsam ne yazsam. aslında yazmayı istediğim bir konu var amma bu kafayla yazarsam okuyanlar sevmez, okuyanlardan bazıları hiç sevmez.

Almanyanın kısa tarihini okuyorum birkaç gündür. Okuduğumu anlayayım diye sesli sesli okuyorum. Pencereleri kapatarak. Çünkü aslına bakılırsa ben tarih adı geçen hiç bir kitabı anlamıyorum. İçimden okurken kafamdan o gün yapacağım yemekler, Çağlanın o gün ettiği bir laf, balkonun kirli olduğu, evde sarmısağın olmadığı, Emre Altuğ ile Çağla Şıkelin boşanacağı gibi oldukça alakalı şeyler geçiyor. Anlamayı o kadar istiyorum ki oysa. Germen halkının VI. yüzyılda Augsburg (yok böyle bi yer zannımca) yakınlarında yaptıkları savaşları, onun sonucunda kraliyetin zayıflayıp kim bilir kimlerin güçlendiğini falan filan öyle öğrenmek istiyorum ki... Kafam almıyor. Bilgili olmak istiyorum bu konuda, ama o bilgi kafaya nasıl sokulur bilmiyorum ki... Okurken içimde hep o ses, len neyine senin len IV. yüzyılda olan şeyler, daha ortaçağ mı yakınçağ mı ondan bile haberin yok, diyor. Sonra bilgisayarı açıp ortaçağ ne zaman başlar ne zaman biter bakıyorum. Baktığım an unutuyorum. ona bakarken aklıma başka birşey geliyor, hemen gugıllıyorum. Açmışken maillerime de bakmak olmaz deyip olaydan iyice kopuyorum. Kendime geldiğimdeyse çocukları okuldan alma saati geliyor. Yani tüm suçu çocuklara attığımı zannetmeyin ama, bu Alman, Germen, Burgonya (??), Saksonya, zartunya zurtunya krallıkları, ırkları, toprakları filan, anlayan beri gelsin... Harbiden insan ilgi duyduğu şeyi hızlı öğrenir demeleri büyük yalan. Aha işte, Almanyaya gitmeden önce, hadi onu geçtim, Almanyada doğmuş, oranın kültüründen yanak almış biri gibi davranayım diyerek birşeyler öğrenmeye çalışayım istedim, sonuçta Emre ile Çağlanın boşanmayacaklarını öğrenmekle kaldım.

Kaya ile çok harika bir akşam geçirdik geçenlerde. Onun mahalle arkadaşı Ayhan ve eşi Elif ile bara gittik (çocuklara bakan Güllüm, sağol). Ayhan, iyi para kazanmış ve şimdilerde çalışmayan, hobilerine zaman ayıran biri. Elif de genç yaşında emekli olmuş... Bizimle buluşmadan önce Dosta gidip kitap almışlar; Hititler, eski atlaslar, likya yolu, vs. ile ilgili. Kaya bunları görünce Ayhana dönüp şunu dedi: Len sen öldükten sonra arkandan bilge adamdı desinler, ya da p.z.vengin önde gideniydi desinler ne fark eder, nedir ooolum derdin senin? Ayhan kibarlık icabı güldü buna. Ama ben Kayanın dediğini çok anladım. Anlamama gerek yoktu aslında, çünkü bizzat yaşadığım duygu bu genelde. Alman tarihini bilip de ne yapacaksın, mezara mı götüreceksin? Sana ne katacak, gereksiz bilgiden başka? Zaten şu bilgi olayına bakış açım belli; insan ilgi duyduğu şeyler hakkında bilgi sahibi olur. Bilgi sahibi olamıyorsa ilgisini bir yoklamalıdır.

ay tam da olaya dalacaktım, uykum geldi. benden bi b.k olmaz arkadaşlar, anlayın yani...

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Aylardır yazı yazacağım onun hakkında. Belki de yılı bulmuştur... Yazacağım, bizi ne kadar üzdüğünü, hayal kırıklığına uğrattığını, yazacağım, başımızdan böyle bir hikaye de geçti diye, ama geçti gitti diye. Tam olarak da gidemedi diye...

Bu, onun için yazacağım ufak bir yazı olacak. Gecenin bir yarısı üzüntümü neyle gidereceğimi bilemediğim için, ondan bahsedeceğim biraz. Çok uzun bir zamandan sonra ilk kez yatağımda sağa sola dönüp ağlarken, kalkıp biramı ve bilgisayarı açmama sebep o.

O, Melih.

Melih, yıllar önce hepimizi kandırdı. Hepimiz dediğim 5-10 kişi. Çoğu bekar, çocuksuz, sürekli görüşen, eğlenen, yıllardır arkadaş, kendi halinde birkaç kişi. Hepimizin tanıdığı, sevdiği, güvendiği, kötü-iyi her gün dostu ise Melih. Birşeye ihtiyaç duysak, birini istesek yanımızda, koşan Melih. Akşam kız başına dışarı çıkmaya mı çekiniyorsun, evde elektrikçiye mi ihtiyaç duydun, dertleşmek mi istedin, arabaya mı gerek var, Melih Melih Melih. Yanmaz dönmez, hep destek, hep arkadaş.

Ve birgün, bizim için herşey olabilen Melih, hepimizi aldattı. Hepimizi hem de. Hayal kırıklığından kurtulabilen kimse olmadı. Aniden de değil; bile isteye, planlar kurarak, yavaş yavaş, çaktırmadan. Dünyada en güvenebileceğimiz, her zaman sırtımızı dayayabileceğimiz adam, bir de bakmışız ki bizi sırttan sırttan bıçaklıyormuş. Hem de yıllardır...

Eninde sonunda anladık. Anlamayı hiç istemezdim şahsen, böyle yalan yalan yaşayalım isterdim bana sorsanız. Ama anladık. Ve ondan sonrası çok üzücüydü. Hayatta abi diyebileceğim tek insandı, hiç terk etmek istemezdim oysa. Ama görüşmeyi kestik, sırtımızdan çıkardığımız bıçak gibi hem de.

Melihin bizlere ne yaptığını bilen biliyor, bilmeyen de bilmesin. Çünkü onu yaptığı kötü şeylerle anmak istemiyorum. Benim zihnimde Melih hala sohbet ediyor benimle, espriler yapıp güldürüyor. Şaşkın suratıyla, emrah bakışlarıyla konuşmasa bile aklından geçenleri söylüyor. Kaya ile ayrıldığım dönemde saatlerce ikna etmeye çalışıyor beni; ilişkim için sarf ettiğim çabayı hatırlatıyor. Hiç de zorunlu değil oysa... Diğer Melih mağdurlarını bilemem, ama 11 yıldır görüşmesek de, Melih hala abi benim için. Yaptığı onca iyilik, bana attığı kazıktan çok daha değerli.

Kaya ile ilişkimin en yakın şahidi. İyisinde de kötüsünde de her zaman destek bana. Zaman içinde kaybettiğimiz dostlar arasında en acı vereni. Keşke kelek atmasaydı da bizi dostluğundan mahrum bırakmasaydı dediğim insan. Dost kelek atmaz lafını yedirten insan.

Peki ben neden ağlıyorum? 11 yıla, şartlara, hayata, Melihe, kaybettiğim dostluğa, aslında çok daha fazlasına...

Melih'in akciğer kanseri olduğunu, hastalığın tüm vücuduna yayıldığını, en fazla yarım yıl daha yaşayabileceğini söyledi Kaya bu akşam. Özlediğin insanın aynı şehirde olduğunu, birgün mutlaka bir yerlerde karşılaşacağınızı, nefes aldığını, bazen seni düşündüğünü bilmek başka şey, onun yarın bir gün öleceğini, onu bir daha hiç göremeyeceğini, içinde tuttuğun ve tuttukça doldurduğun duyguları onunla paylaşamayacağını bilmek bambaşka.


Elbette onu göreceğim. Çağlayı ve Sinanı yanıma alıp hem de. Evlenirken, çocuklar doğduğunda, hayat ilerlerken, yaşlanırken, ona buna kızarken, içerken, en güzel ve en kötü günümde, cenazemde, eğlencemde yanımda olmasını istediğim sevgili abim, canım arkadaşım görsün hayat bizi nerelere getirmiş, içinde geliyorsa sevinsin diye. Onunla kalan mutluluklarımı paylaşmak, gülmek, ağlamak,salak salak geyik yapmak istiyorum. çok üzgünüm. çok...