30 Kasım 2010 Salı

Aldım!

Bugün okuduğum, ve hatta şimdiye kadar okuduğum en güel cümlelerden biri:

...hayatta cok az sey insani genis bi aileden daha fazla mutlu edebilir

21 Kasım 2010 Pazar

BİLİV İT OR NAT

Hello sevgili okuyup okuyup yorum yazmayan güzel arkadaşlarım!
İngilizce dersi gibi başlayan yazıma bir şans daha verip okumaya devam ederseniz, bayramda neler yaptım neler onları anlatacağım size.

Biz arabayı sattık. Hem de tam bayram öncesi. Hem de azıcık kelepir fiyata. Olsundu. Ve yeni bir araba aldık. Hem de yepisyeni. Hem de tam bayram sonrası teslim almak üzere. Salak olmamızı bir kenara bırakırsak, temiz bir alışveriş olduğunu söyleyebilirim. Ve fakat, elimizde avucumuzda sadece yalamalık para kaldığından 9 günlük bayram tatilinde neden Ankarayı beklediğimizin de cevabını vermiş olurum. Evet Ankaradaydık, evet tatil tamı tamına 9 gündü ve evet ben iki çocukla, ülkemin çeşitli şehirlerine dağılmış arkadaşlarımdan yoksun halde bu süreyi nasıl geçireceğim diye ak-kara her çeşit düşüncelere daldım. Ama herşey yolunda gitti. Ve işte; 9. günün akşamında, bebeler yataklarında huzur içinde uyurken huzurlu ve mutluyum...

Hafta sonu, yani cumartesi akşamı Güllü & Tolga (ve azıcık da Eren) ile Efes-Yer Fıstığı-muhabbet yaptık. O gece Gülrularda kaldık. Kaya çocuklara bakıyordu, eve geldiğimizde de henüz uyumamıştı... Ertesi gün çocuklar İngilizce kursuna gittiğinde ben ev temizledim (zaten tatildeki ödülüm temizlikti, hiç yapmadığım kadar seri ve fazla temizlik yaptım). Pazartesi, arife günü. Tüm güzide Türk aileleri gibi alışverişe çıkıp gelmeyecek misafirler için hazırlık yaptım. Sarma sardım, şekerfare pişirdim. Çocuklarıma da yardım edin bre kızanlar dedimse de kızan lafını anlamadıklarından sanırım, tv izlemeye devam ettiler.

Bayramın ilk günü kahvaltıdan sonra vurduk kendimizi yollara. Ayrancıdaki teyze ilk duraktı, ne güzel, bizi pek bir neşeli karşıladı. Bir önceki gece ö.üz gibi yediğimden, tatlılara sadece göz kırptım, ama içli köfte ile aramda birşeyler geçmiş olabilir... Sonra minibüse atlayıp Dikmen tepelerine çıktık. Dikmen benim eski semtim, caddeden ne zaman geçsem okul günlerim aklıma gelir. Pek çok şey değişmiş tabi, ama pastaneler, benzin istasyonları, bankalar hala yerli yerinde. Neyse efendim, diğer teyzeye de gittik, kuzenlerle bayramlaştık, tatlılara öpücük attık ve temiz havanın etkisiyle uyumak üzereyken olay yerini terk ettik. Yetmedi, Dikmenin daha daha yukarı, ve hatta artık aşağı meyleden ileri taraflarındaki bir arkadaşa da uğradık. Doğrusu, uğrayalım diye gittik ama çıktığımızda Kaya ve ev sahibi Ayhan sarhoş, saatlerse gayet dakik olarak 11 olmuştu. Ayhan ve eşinin her ikisinin de babaları çok hasta, hangisi daha kötü bilemiyorum. Moralleri sıfırdı, eşi ile çok yakın olmasam da kafası dağılsın diye kardeşlerimden girdim, dedemden çıktım, saatlerce konuştum. Eve geldiğimizde 12 gibi birşeyler olmuştu, ilk günü hakkıyla geçirdik diyebilirim.

İkinci gün, evde takılmaca, oynamaca gülmece yaptık. Yine hazırlık peşindeydim; patates salatası, günün yemeği, barbunya filan yaptım. Evi süpürüp bahçeyi düzene soktum. Akşam İbo ve Adnan geldi. İnanılmaz bir şekilde turları Ankarada kesişti, geçen bayram da aynı olmuştu da 10 yılda bir olur herhalde diye düşünmüştüm. Yine tipik bir güzel insan olarak bunu gelenekselleştirmeye karar verdim (acenteler, duyun sesimi). İbo çay, ben martini, Kaya ve Adnan rakı içerek tuhaf bir uyum yakaladık. Sarhoş olmadım ama...

Üçüncü gün de evde geçti desem... Güzel geçti ama, çocuklar parkta oynadı biraz, ben yine ve yine temizlik yaptım (nasıl oluyor da leş gibi oluyor ev bir günde anlamıyorum), Kaya ise kanun namına tv izledi durdu. Akşam üzeri Gülçin'e dedim ki, oyuna gitmeden önce bi gel de sarmamdan ye. O kapıyı çaldığında balkon tarafından Öykü ve anne babası çıkageldi. Kesinlikle hoş bir sürprizdi, çocukları hasta diye uğramışlardı ama oturdular bir süre. Gülçin çıktı, az sonra Öyküler ayrılırken bir telefon ve misafir gelmesin mi? Tok misafiri ağırlamak zordur diyen arkadaş bi bakabilir mi acaba? Aç misafiri ağırlamaya ne demeli? Oturur oturmaz ağzını "açım"dan açan misafire ne yapmalı? Et diye tutturan adama sarma, barbunya, sigara böreği vermek? Yemek öğretmeni karısına birşey beğendireceğim diye mahvolmak? Zaten kadın tabağından kırıntı bile almamış, kocası onunkini de yemiş, bu strese can mı dayanır. Dayadım ben de birayı bünyeme. Ne aç kaldı ne tok. Misafir, dedim kendi kendime, dürüm döner hayal eder, sarma böreğe tav olur...

Dördüncü gün, çıkmaya niyetlendik bir. Ama Oya aradı, geliyoruz bekle bizi minvalinde birşeyler dedi ve yarım saat sonra çıkageldi. Neyse ki elimde hala biraz yiyecek kalmıştı. Çocuklar eve bile uğramadan parka gittiler. Biz de çaylarımızı doldurup yanlarına... Biraz sonra Borkanlar geldi. Esini direk parka aldık ve eve gidip kocaman tepside tatlı, börek ve çay getirdim. Esin inanılmaz sade ve hoş giyiniyor, doğuştan gelen zafareti de cabası. Onu parkta ağırlamaya kıyamıyor insan... Hava soğuyunca çocukları da kendimizi de eve attık, balkonda demlenmeye başladık. Biraz sonra Türkan ve Tonguç geldiler. Tonguç, Kayanın çocukluk arkadaşı, İstanbulda yaşıyorlar ve inanılmaz bir çiftler. Acayip eğlenceli bir saat geçirdik. Melihten, Yalova termalden, köpük masajından, arabalardan bahsettik. Kısaydı ama güzeldi.


Sonrali gün, yani dün, artık çıkalım dedik. Çıkalım da alem nezih Ankara ailesi görsün. Kahvaltıdan kalkıp yürüyerek Beğendik'e gittik. Yarım saat sürdü yürüyüş, fakat vardığımızda günlerdir yemek yememiş gibi açtık (sen laf eder misin elin misafirine). Beğendik çok hoş bir yer ya... İbo ile mekanımız. Yıllar önce beyaz milka çikolatayı ilk orada görmüştük de, günün birinde bunu alacak paramız olacak mı demiştik (azıcık pahalıydı, para vardı ama ona harcanamazdı). Her neyse, Beğendikten Kayseri mantısı alalım dedik. Çitimler gelecekti çünkü akşama. Alışverişi yapıp Orta Dünyaya gittik. Hayatımda yediğim en kötü tosta 3 TL ödedikten sonra en güzel ev bizim ev nidalarıyla evimize döndük. Başım ağrıyordu, deliler gibi yorgundum ve canım artık hizmet etmek istemiyordu. Çitimler geldiğinde ne mantı hazırdı ne de masa... Halden anlar misafir bir başka oluyor, dalgasını geçe geçe yardım etti de karnımız doydu gecikmeli olarak. Sonra da çay eşliğinde tenisten, çocuklardan, salonumuzun şeklinden konuştuk.

Bugün de bebeleri kursa gönderdikten sonra fotoğraf çektim azıcık bahçede. Az sonra Atalay ve Hande uğradılar. Kızları hastaydı ve bu yüzden Handenin morali kötüydü. Duru sık hastalanmadığı için alışık değil belki de. Neyse, melek yavru uyuyakaldığı için baya bir oturdular ve dolapta kalan son sarmayı ve böreği tadabildiler. Televizyonda kamera şakaları izleyip güldük. Atalayın ilk kez kahkaha attığına şahit oldum. Onlar gidince Öykünün babası ve kardeşi geldiler kontrole. Fakat oturmadılar, ce deyip kaçtılar...

Bir uzun tatil de böyle geçti. Bana sorsanız hala ilk gündeyiz, öyle bir hızlı geçti yani. Şimdi buraya yazınca fark ettim, az da misafir gelmemiş. Aferin bana, ne de güzel ağırlamışım üç parça yiyecekle. Eee, kelimesi kelimesine hakkını vermeliyim, yemek işin bahanesi, maksat muhabbet. Değil mi?

12 Kasım 2010 Cuma

DETAYLAR, DETAYLAR, DETAYLAR

Dün...

Kahvaltı geçiştirilmemeli. Sıkı olmalı. Bir oturuşta en az 4 dilim ekmek, 3 dilim peynir yemeli. Hal kalmaz yoksa gün için. Gün çok dolu çünkü.

Kahvaltıda sohbet ediyoruz çocuklarla. Oradan buradan, arabadan, okuldan. Hep karışıyorum onlara. Bir ağız tadıyla konuşturmuyorum, ki buna dikkat etmeliyim. Kahvaltı sonrası evin dağınık yerlerini toparlamalıyım, mutfaktan başlıyorum. Çocuklar oyun oynuyorlar odada. Pimapencileri bekliyorum, ama henüz gelmediler. Bugün radyoodtü yok, bilgisayardan dinliyorum ya, modemi açmak istemiyorum sabah sabah. Okula gitme vakti yaklaşırken pimapencileri arıyorum, nerede kaldınız yahuu? Geliyorlarmış... Balkondaki saksıları bahçeye taşıyorum. Bir de, arabada kalan son eşyalarımızı eve. Çocukları bırakırken bir pimapen arabası park ediyor. koşa koşa gidiyorum: bize mi geldiniz? Siz kimsiniz diyor adam. Bana gelmemişler, karşı apartmanda birileri daha balkonunu kapatıyormuş.

Arabamızla son kez çocukları okula bırakıyorum. Sinanabu son kezi hatırlatmamam lazım, hemen ağlamaya başlıyor çünkü. Bu çocuğun yengeçlikten mi, kendinden mi sebep duygusallığı beni öldürecek! Tekrar eve dönüyorum. Bu kez BİZİM için gelen pimapenciler bekliyor kapıda. Hemen uzatma kablosunu veriyor, yemek sipariş ediyor ve mutfağıma kuruluyorum. İnşaat işi, bakmak istemiyorum. Yemek 5 dakika içinde geliyor ve adamlar işe başladıktan yarım saat sonra sofralarında yemek yiyorlar.

Nihayet Fatih Bey arıyor. Biz geldik, hazır mısınız, diyor. Fatih Bey, ve yanındaki Bülent Bey, gençten, ticaretle uğraşan, az şaşkın, benden 1000 fersah uzakta enteresan tipler. Onlarla noter aramaya başlıyoruz Esat'ta. Fatih Bey kocaman Audi arabasını 5 dakika için 5 TL vererek park ediyor cadde üzerine. Girdiğimiz ilk noterden, Bülent'in (artık bey demeyelim, tanıştık sayılır) nüfus cüzdanındaki büyük sorun yüzünden kızgınlıkla ayrılıyoruz. Nüfus cüzdanının soğuk mührü yok, ehliyeti ise kırık. Kızgın olması gereken noter, trip atansa bizimkiler... Oradan Kurtuluş'ta başka bir notere gidiyoruz. Arkadaşlar, bir gün noterlik işiniz olursa,ne olur oraya bir uğrayınız. Hatta boşverin işi, Kurtuluş Parkında dolaşmaya çıktığınızda, ya da ne bileyim canınız sıkkınken de gidebilirsiniz. Görüp görebileceğiniz en değişik noter ve baş katibi barındırıyor bu müessese. Noter hanım mini etekli, saçları küt kesim, Japon yüzlü ve aynen Japon boylarda, ağzındaki sakızı durmadan balon yapıp patlatan, samimi, heyecanlı bir tip. Bizimkilerin nüfus cüzdanını ve ehliyetini görünce buruşturduğu yüzü dışında sevilesi bir kişi aslında. Evet, yeni bir kimlik alınmadığı için sorunumuz devam ediyor, bu cüzdanla sittin sene bir işlem yapılmaz deniyor. Ve Fatih Bey, e benim adıma olsun o zaman diyor. Tamam diyoruz, işlemleri o şekilde başlatıyoruz. Fakat o da ne, bu kez benim kimlikte, daha doğrusu doğum tarihinde bir hata. Nassı yani, başka bir tarihte mi doğmuşum diyorum. Yok diyor stajer gibi tecrübesiz kız, emniyet yanlış girmiş, ben bi soriim başkatibimize. Ve sonra içeriden Elvis Presley çıkıyor. Bülent,anaa bak Elvis gelmiş diyor. Bunu söylerken çok komik, insan o tipte birinden böyle bir dikkat beklemiyor. Hakikaten Elvis, hani sonraki yıllarında göründüğü gibi, göbekli, yıpranmış, ama saçlar hala havalı. Başkatip Elvis...

Bizim iş zor da olsa halloluyor. Ve beni eve bırakıyorlar. Arabamdaki son çöpleri alıyorum, elimde torba canım Marea'ma son kez bakıyorum. Off, 7 sene ne çabuk geçmiş...

Eve geldiğimde pimapenciler kasayı takmışlar, camları getiriyorlar. Hemen çay demliyorum onlara. Dizi filan izliyorum sonra, canım ev için birşeyler yapmak istemiyor. 5 gibi Kaya geliyor,bu kez onunla çay içip diziye bakıyoruz. Çocukları alıyor,eve geliyor. Ben yemekleri ısıtırken üst komşu Saliha Teyze tıklatıyor kapımızı. Kapıcı, diyor, dil papuç gibi, şikayetlenince anahtarı verdi, diyor. Bundan böyle herkes kendi çöpünü atacak, 170 TL az para mı, beğenmiyor eşeğe bak, diyor. Kaya ile hep kafa sallamadayız...

O gidince üzerime hemen paltomu alıp çıkıyorum. Sinanın öğretmenine. Annesi vefat etti geçende, baş sağlığına. Kapıda diğer velilerle karşılaşıyorum. Öğretmenin evi sıcak, kalabalık ve gürültülü. Ve üstelik papağanı gayet başarılı şekilde zil taklidi yaptığından 2 dakikada bir kapıyı açıyoruz. Yanımdaki ile saçlarımdan, arabalardan, balkon kapamaktan filan bahsediyoruz. Ablukaya aldım gibi kadını. Sıkılmıyor yine de, galiba her şekilde iletişim kurmanın derdinde. Sonra 7 çeşit yiyeceğin olduğu tabaklar geliyor, çaylar demli. Dört bir yanımda dedikodular uçuşuyor,kendimi koruyabileceğim mesafedeyim neyse ki. Sonra bir anda herkes ayaklanıyor, içerideki oturma odasına gidiyor. Papağanı dans ettiriyorlar, cep telefonlarıyla da fotoğrafını çekiyorlar. Noluyo ya?

Eve gelince Kaya çıkıyor. Biz de çocuklarla takılıyoruz salonda. Ama ne konuştuk,ne yaptık hatırlamıyorum. Sen onca detayı anlat, en önemlilerini unut. Çipleyeceğim kendimi, yedekleyeceğim sonra. Günü gelince taksınlar teybe bebelerim, hatırlasınlar çocukluklarını.

Bugünü de yazacaktım galiba. Ama Kaya geldi, salona ışınlanmam gerek acilen. Zaten bugün bişi olmadı. Gülru geldi akşam. Jack Lemmon / Shirley McLaine'li film izledik, yarısında gittiler ama.

Yarın ise daha yaşanmadı. Hadi hayırlısı.