25 Aralık 2009 Cuma

eskiden düğünleri pek severdim. birileri evlenecek, ev kuracak, düzene girecek ya, bana ne oluyorsa, içim mutluluk ve heyecan dolardı. haftalar öncesinden ne giyeceğimi, nasıl makyaj yapacağımı kafamdan planlar, anneannem gibi düğün sahiplerinden önce salona gitmek isterdim.

son olarak gittiğimiz hala kızının nikahı, aslında ne kadar değiştiğimin bir kanıtı benim için. giyecek konusu, başka seçeneğim olmadığı için hemen halloldu olmasına ama, ne ayağım için bir ayakkabım ne de elim için bir çantam vardı son güne dek (çanta hala yok o ayrı). şimdi düğünler benim için can sıkıcı bir formaliteden başka birşey değil. gideceksin, bir iki tanış göreceksin, çocuklar sağlam mı arada kontrol edeceksin, oturduğu yerde ayağını sıkan ayakkabıları çıkarıp muhtemelen gayet lezzetsiz yemekleri yiyerek yüksek sesli ankara havasına daha ne kadar dayanabileceğini düşüneceksin. son düğün yemeğinde şükür öyle havalı mavalı birşeyler çalmadı ama yılan dansı yapan adamın (adı hala aklıma gelmiyor) hade hade hadeli şarkısı bile icimi burmaya yetti. bir de tabi dansa kalkmak istemeyenle onu binbir ısrarla ve tiskinç el hareketi ile dansa kaldırmaya çalışan arasındaki o tuhaf ilişki var. ben uzun süre düğünlerin en inatçı oturanıydım (oturan boğa dense yakışır) ve elbette ki teyzesinden annesine ısrarlı birçok "oynayan"la muhatap olmak zorunda kalırdım. tüm o kalk hadi, ay yok ben bilmem, ay ben biliyor muyum da sanki, olsun oturayım, ay mazeret istemem hadi, yok dedim ya, ölümü yala bak, ay allah korusun geliyorum tamam beeelerden öyle gına gelmişti ki, sonunda düğünlerde utanmadan oynayan, hiç olmadı oynayacakmış gibi kalkıp mütemadiyen el çırpan birine dönüştüm. ama oturanlara bulaşmam o ayrı.

şimdi bunları neden anlatıyorum, geçen gün, gittiğim en tuhaf düğünleri düşündüm. düğünün kendi değil de, belki benim orada bulunmamdı tuhaf olan. şimdi düşündüm dedim ya, aradan birkaç gün geçince sadece ikisi aklımda kalmış. ama beşe tamamlıyordum inan ki. lan ben de bu hafızasız halimle neden yazarım bilmem.

neyse, işte ilk ve son iki:

- Deniz hatırlar belki, onun üniversiteden (daha öncekinden) bir arkadaşı vardı (belki de piyanodan, ya da kurstan, ay Deniz hatırlayacağın vardıysa bile unuttuğuna bahse girerim), biz japon dilinde okurken kızcağız evlenmeye karar vermişti ve hatta evlendi de (bundan sonra okumak istemeyenleri anlayışla karşılarım ama daha düzgün cümleler kuramayacağım sanırım). işte onun düğününe gidecekti Deniz, ama sanırım okul çıkışı veya onun gibi birşeydi. Denizi hatırlamıyorum ama benim üzerimde salaş kıyafetler ve ayağımda postal vardı. oradan geçerken gelini görüp de içeri dalan bir çeşit kamber gibi hissetmiştim kendimi. Deniz tebrik edecekti arkadaşını ve çıkıp gidecektik. Eh, öyle de oldu nitekim ama birşey dışında; gelin salondan içeri girdiği ve onu gördüğüm an deli gibi duygulanıp ağlamaya başladım. şimdi düşünün, hiç tanımadığınız birinin düğününe yancı olarak girip çıkacaksınız. üstünüz başınız da zaten ben yabancıyım ve çok kalmayacağım diye bağırıyor. kimbilir bambaşka neler neler düşünürken (nikah sonrası eve mi gitsem Denizle mi takılsam, yarınki ödev zormuş, kira parası denkleşecek mi acep), gelini görür görmez hönkürmeye başlıyorsunuz. benim için tuhaf bir deneyim olmuştu.

- eski sevgilimin düğünü, ki taa Adanalara gidip kuafördü giyinmekti derken damat evine geç kalıp görümce ile, damadın en yakın arkadaşını düğüne geç sokmuştuk (tuk, çünkü ortak bir arkadaşla gitmiştik Adanaya, ay hatta o arkadaş da hemen bulduğu bir berbere girip traş olmak istemiş de adama yüz bakımı yapmışlar, çok gülmüştük). eski sevgilinin düğününe gitmek belki tuhaf gelmez birçok kişiye, ama genel anlamda bana gelir. hadi tamam arkadaşça görüşelim, yolda karşılaşsak küs gibi durmayalım ama düğününe gitmek veya düğünümde görmek istemem doğrusu. ama ısrar edince gitmiştim, gelinle tanışıp anne babasıyla bir masada oturdum, aileden biri, hani teyze-hala kızı gibi. güzel bir duyguydu, iyi ki gitmişim diyebilirim.

işte böyle, hatırlarsam diğerlerini de yazarım.

sevgileeeer

20 Aralık 2009 Pazar

MUHASEBE (RAKAMSIZ)

yeni yıl yeni yıl cıngıl cıngıl bels (arka planda defne arkadaşımın blogu ve haliyle müzik listesi açık, ella bacımız jingle bells söylüyor an itibarıyla).

ayh... yeni yıl geliyor ahalii, uyanın uyanıın (defne? şimdi de kraliçe gibi hatun diana krall söylüyor aynı şarkıyı).

şimdi yeni yıl listesi yazacağımı sanırsınız sanırsam. ama galiba öyle yapmayacağım, çünkü henüz o kıvama gelemedim. ve fakat yapmak istemediklerimle ilgili birkaç iyi fikrim var (birkaç iyi adamın kardeşi). en birincisi evimi toz cennetine çevirmemek, kızdırmamak onu, intikam ateşiyle doldurmamak (olay benim tembelliğimden değil, evler mızıkçı demeye getiriyorum). bunun için yeni ev gibisi yoktur, yeni ve toy bir ev...

sonra, çocuklarımı ihmal etmemek maddesi geliyor. ki uzun süredir azimle ilgisiz olduğumu düşünüyorum. ya da eskiden fena halde ilgiliydim de şimdiki vicdan yapıyor. geçen bir arkadaş geldi, ilk çocuğuna yaptıklarını ikinciye yapmadığını söyledi. ilkinde puzlle'lar yapar, zeka oyunları oynarmış onunla, küçükte kendi haline bırakmış, iyi de büyüyor işte dedi. benim arası uzun hamileliğim olmadığı için ilki ikincisi farkını çok bilmiyorum, ama onun ikincide vardığı rahatlığı şu anda yaşıyorum, saldım çayıra mevlam kayıra diyorum. diyorum demesine ama pis bir vicdan yakamı bırakmıyor (singin in the rain çalıyor şimdi, insan bu şarkıda pek zor vicdan yapıyor anasını satiim ya). bu akşam mesela, hiç yapmamam gereken bir şey yapıp karanlıktan ve yalnız yatmaktan korkan çocuğu zorla odasında yatırdım (ışığı açıktı valla). sonra gece 12'de karnım ağrıyor diye gelen bir diğerini azarladım, sus çocuum bıktım sizin kaprisinizden diye. acelem olduğunda laflarını ağızlarına tıkmaktan, isteklerine geç cevap vermekten, haksız yere bağırmaktan, sonra da olur olmaz aşırı ilgi göstermekten sıkıldım. yeni yıl yeni yıııl, bana bi el atıver bari.

hiç hiç içimden gelmese de, edebi çeviriyi içimden geldirtmek maddesi. ya zaten madde itibarıyla gayet abuk bir istek, neresinden tutsam elimde kalıyor. bu geldirtmek fiilini açmak isterdim, edilgenin edilgeni olmuş, yine de zerre anlaşılmamış zavallı bir fiil. fiili böyle olunca madde de ciddiye alınmıyor şahsımca.

bir yandan pek mutluyum aslında, yani mutlu hissediyorum yalan mı, ama diğer yandan acayip bir boşluk. böyle geceleri filan, uyku tutmazken, buralara yazarken veya salonda takılırken tek başıma, yav ne tuhaf, boş boş, hayat boş, evime aldığım eşyalar boş, yılbaşı hazırlıkları, çeviriden kazandığım para, çocuklara ilgisiz davranmam, okuduğum dergi gazete, annemle yaptığım dedikodu, hayallerim, falan filan boş boş, anacım bomboş. sanki yaptığım herşeyi oyalanmak için yapıyorum. gerçi aramıyorum, hayatımda bir amaç olsun, bu boşluk dolsun gibi bir niyetim yok. yani keyfim yerinde böyle. aman, değişik bir durum işte.

ben kaçar dostlar, dileyen herkesi 26 aralık cumartesi yılsonu partimize bekleriiiz.

16 Aralık 2009 Çarşamba

evi taşıma telaşım azalıyor. taşınmış olan evin telaşı ne ola ki demeyin, sahibi beceriksiz olunca o ev sittin sene kendine gelemez.

algılayamıyorum, evet sorunum bu, birçok şeyi algılayamıyorum. taşındığımızı, okula yürüyerek gidip geldiğimizi, eşyalarımın değiştiğini, istanbula yolculuğumuzu, seçillerin şehir değiştirmesini, ve hatta sabit babanın ölümünü, yağmurun ölümünü, ülkenin gidişatını (ıy hakkaten çok sıkıcı bir başlık böyle deyince), ve hatta hatta ebrunun izlandada oluşunu, sedayı 6 yıldır görmediğimi, 36 yaşa yanaştığımı, çocuklarımın okula gittiklerini, hiç, hiç bir şeyi fark edemiyorum. bu yüzden de acı çekmiyorum, deli gibi sevinmiyorum, pek şaşırmıyorum, üzülmüyorum. yani bildiğiniz ottan bir parmak halliceyim. tek yaptığım günlük hayatı yaşamak, e pek de rahatsız değilim. ya 30lar 40lar çok çabuk geçiyor teranesindeyim ya da iyiden iyiye mallaştım. bilemiyorum...

istanbul seyahatimiz pis pis yağan yağmura, trafiğe, zamansızlığa rağmen hoştu. selma teyzelerde kaldık, evleri ufak ama acayip modern. seçil de annesi de tahminimden daha çabuk adapte olmuşlar, ya da aynen benim gibi şaşkınlar. istanbul trafiği yüzünden kuzenimin nikahına geç kaldık, vardığımızda takı sırası vardı. biz yine iyiyiz, annemler geldiğinde gelin ve damat tüm görkemleriyle ortadan kaybolmuşlardı. biz böyle geç kalan kuzenler, kardeşim, annem filan nikah salonunda bir başımıza şaşkın şaşkın durup bir sonraki gelin ve damada neler takılıyor dikizleyekaldık. nikah sonrası gidilen restoranda aslında soner arıca sahne alıyormuş; kafamdaki istanbulu soner bey kadar iyi ifade eden bir şarkıcı daha yoktur herhalde (bir de fedon, ve yılanlı dans yapan kişi, adını unuttum). nikah yemeğinden aklımda kalanlar: yarı alman kuzenimin güzelliği, 14 yaşındaki kuzenimin hayatının ilk içkisi ile nidalar ata ata sarhoş olması, tanımlayamadığım bir oyun havasında kalkıp yine tanımlayamadığım bir dans sergilemem, kaya ve serdarın sarhoş dansları, serdarın 2,5 yaşındaki oğlunun ayakkabı-çorabı çıkarıp çıplak ayak masa altlarında kedicilik oynaması, çağla ve sedanın nedimelikleri, sinan ve sedanın sevimli dansı, ve o kadar.

komşularımızla tanıştım sonra (konu değişti bacım, şaşırma), istanbuldan döndüğümüz gün yani. 6 dairesine bakmadan kendine apartman diyen binanın toplantısına katılmak üzere üst katımıza gittiğimde beni yaşlıca bir teyze, sıcak bir salon ve börek, tatlı, çay üçlüsü karşıladı. toplantı niyetine birşey konuşulmadı, geçen toplantıda alınan kararlar yerine getirilmediği için tüm istekler aynı kaldı. ama kafaya takan da olmadı. zaten 5 kadındık, beyler evde spor gecesi/akşamı/maratonu/aşkı adı her neyse onu izliyorlardı. komşularım: almancı dul bir teyze (matrak biri), bankacı bir hanım kız (çok gençti, şirindi), tiyatrocu bir hanım (boyu kadar kızı varmış, şaşırdım), bir de yine dul bir hanım teyze (torunlarından bahsetti). hepsi de gayet hoş insanlar gibi göründü. yazın arka bahçede toplanırlarmış arada, ama o zamanlar bizim daire boşmuş. körün (kör müydü o şahıs yoksam aç mıydı) arayıp da bulamadığı, güzel olur böyle 5 çayı filan yapmak yaz akşamlarında.

neyse neyse, saat 2.5 baylar bayanlar. size doyum olmaz amma yastığım sesleniyor içeriden...

4 Aralık 2009 Cuma

SAKIN UNUTMA!

Empatiden çok anlamam.
Ama vahşeti tanımam için empatiye ihtiyacım yok.

Çok üzgünüm...
Herkes gibi.

Güle güle küçük Yağmur...