19 Haziran 2012 Salı

şimdi ben dramatik yazarlık kursuna gittim ya, bir şeyler yazmam bekleniyor gibi hissediyorum. ve fakat yazmayı bırakın yaşamak için bile zaman bulamıyorum (yalaaan, 1 haftadır popomu yaydım yatıyorum). Nasıl yorulmuşum arkadaş ya, sürekli bir uyku hali var (hayır, hamile filan değilim). Çocukları bilim kursuna (adı hakkaten buna benzer bir şeydi ama anımsayamıyorum) bırakıp doğrudan eve geliyorum, öğlen bir randevum yoksa (ben aslında iş kadınıyım da) bilgisayarda bir film izliyorum. Şu sıra Ingmar Bergman disklipografiyatostusunu (işte film dizini ya, anlayın) bitirmeye uğraşıyorum. Uğraşmak denmezdi di mi ona, yani izlerken ruhumu teslim ettiğim yok, tersine acayip zevk alıyorum ama bu benim yönetmenim demem için (ki çok şükür kimse için böyle bir sıfat kullanmadım şimdiye dek, Rabbim korusun!) bir 15 filmini daha izlemem lazım sanırım. Şöyle diyeyim, kısaca Berg diyeceğim yönetmen benim anlayabileceğim filmler çekmiş. Benim de sinemadan ya da filmden ya da genel olarak san'at camiasından beklediğim budur. Anlamak için zorlanmayayım, sahneyi geri sarıp tekrarlamayayım, resmi ters çevirip alık alık bakmayayım, heykelin etrafında parende atmayayım...

geçende komşum Gülçin ile Dali sergisine gittik. Gittiğimiz ya gerçekten Dali sergisi idi, ya da bizi fena keklediler (kesinlikle keklediler, evet). Internetten resimlerin çıktılarını almışlar, araya da bir iki bilgi serpiştirmişler, olmuş sana Dali Ankara'da. Nerde len Dali? Bana müdürü bağlayın! Her neyse, Dali büyük adam olabilir, çığır açmış olabilir ve hatta para tomarlarını üzerime atıp (niye ki?) beni bir sinek gibi ezecek denli para kazanmış olabilir sanattan, ama gel gör ki ben bişi anlamadım arkadaş. Birinde ıstakoz, birinde fil,diğerinde kelebek çizmiş, her birine de tuhaf anlamlar yüklemiş (öyle ki şimdi hatırlamıyorum). her birinin yanında da bir açıklama... benim olayım şu: bir sanat yapıtını ancak yanında bir açıklama ile anlayabiliyorsan o iş olmamıştır. Senin sanatın senin gibi insanlara özeldir, benim gibi avama yapmamışsındır onu. Öylesi de olur, ne diyeyim, ama bana gelmez... ki bence bu tam da CHP tarzı bir kafa. CHP gider Kavaklıdere'de, Tunalı'da, zaten herkesin aynı kafa yapısında olduğu yerlerde sergiler, konserler, sanat etkinlikleri düzenler, gidenler de aman ne şahane, elinize, kafanıza sağlık diye etek öper. amaç topluma bir şeyler kazandırmak, seviyeyi yükseltmekse gidersin gecekondu mahallesine, ufaktan alıştırırsın insanları olaya. Tıpkı Efe Güray'ın anne babasının yaptığı gibi. Çocuklarını kaybedince Mamak'ta bir tenis kulübü kurup maddi durumu iyi olmayan mahalle sakinlerine ücretsiz tenis, satranç kursu vermişler. İçlerinden Türkiye derecesi alanlar, yurt dışında başarı kazananlar olmuş. Sanatla ilgisi olmasa da anlayış bu olmalı.

Benim Berg'den geldik nerelere. Eee, ikinci biramı yudumluyorum şekerler...

Not: benim Dali deyince tek sevdiğim resim, bir zamanlar salonumu da süslemiş olan "Woman at the Window" olup ahanda aşağıdaki gibidir.



12 Haziran 2012 Salı

Bazen filmlerdeki gibi yaşamak istiyorum. Böyle anlamsız, uzun bakışlarla bakmak istiyorum manzaraya. hiç işim gücüm yokmuş gibi hareketsiz durmak istiyorum. beni izleyenlerde, gülçinin yaptığı gibi televizyona vurma isteği uyandırmak istiyorum (film dondu sanıyormuş bazı sahnelerde). o kadar yorgunum anlayacağınız.

biraz önce yatak odamı düzenlerken uzanayım şu yatağa, durayım dedim. yüzü koyun yatıp kollarımı birleştirdim, çenemi de kollarımın üstüne koydum, başladım karşımdaki pencereden bahçe manzarasını izlemeye. 3 dakika içinde her boynum ve sırtım tutuldu. az sonra da belim ağrımaya başladı. yok dedim, oyunculuk yapmak için fazla yaşlanmışım...

bir aydır evde yalnız oturup film izlediğim, kitap okuduğum, aynaya baktığım, şarkı dinlediğim bir saniye bile yok. bir aydır yalnız kaldığım, çeviri yapmadığım, düşüncelerime odakladığım ve hatta düşünebildiğim bir saniye bile yok. hep bir telaş, hep bir kalabalık. ben kalabalığı severim, yoğunluğu da öyle. ama bazen fazla geliyor. bir gün bile olsa hiçbir şey yapmadan, sadece kendi başıma kalsam yeter...