26 Haziran 2011 Pazar

amanın aman neler olmuş neler....

ülkemde seçimler yapılmış, balkonda konuşulmuş, ülkem elden gidiyormuş amaaan...

amann...

yok be aman.

bir şey olduğu yok inanın ki...


Gülru içeride uyuyor. Akşam, çok güzel bir akşamdı. Deniz geldi taa Kanadalardan. Çocukları bırakıp bize geldi bu akşam. hele de hele... ay vallahi de çok güzel bir akşamdı.

harflerin yerini öyle zor buluyorum ki. öylesine sarhoşum anlayın ay. çocuğum bile 2lerde uyudu...

ben seçimlerden sonra çok rahatladım. bunu yazmalıyım öncelikle. zaten solcu değildim, hatta solculuk neyi anlatır tam olarak bilemezdim (sağcılığın tersi ya, iyidir iyi deyip dururdum), şimdi artık solcu bile değilim diyebilirim. şöyle izah edeyim merak eden varsa; ben yıllardır (son üç seçimdir diyelim mi?) CHP'ye oy atarım. sevdiğimden mi? hayır. benimsediğimden mi? hiç hayır. sadece AKP oy almasın diye. Bilindik birşey... Ama içim hiç rahat etmezdi oy atarken. Lan onca adam varken yine CHP yine mercimek. Ama politikadan nasibini almamış ve üstüne bilgilenmeyi tukaka görmüş biri olarak oyunu CHPye vermek hep en kolayı gelmiştir bana. Aman neyse işte, seçim akşamı Kaya ile televizyonun karşısına geçip bir güzel sonuçları izleyelim dedik. Çevirim de vardı üstelik... Saat 7 itibarıyla ilk sonuçlar gelmeye başlayınca, koltuktan usulca kalkıp mutfağa, çevirimin başına geçme gereği duydum. %57 ile başladılar, gerisi ne olabilirdi ki...

Şimdi inanılmaz bir iç rahatlığı içindeyim... Ülkemin yarısı benim onaylamadığım bir partiye oy vermiş, onu seçmiş. O kadar huzurluyum ki... Benden çıktı olay, bilmediğim bir mecradaymış meğer. Ben yanılmışım. CHP tümden yanılmış. Zaten CHP olmasa da olurmuş. Salakmışım aslında...

Seçimlerin akabinde ufak bir şey daha oldu; komşum Gülçin, çevirdiğim hikayeyi okudu ve hiç beğenmedi. Araları atladı filan. Bunu da (şükürler olsun ki) açık yüreklilikle söyledi. Benim, yana yana çok sevdiğim, sanki ben yazmışım gibi benimsediğim o ilginç romanı sevmediğini söyledi... Hem de öyle bir söyledi ki (acayip bir kibarlık var kadında), çok hak verdim ona. O an hak verdim hem de.

Haksızlığımı, yanlış olduğumu kabul etmek öyle zor ki aslında. Ve bazen, doğru telafuzla, doğru gösterimle, öyle kolay ki...

AKP ve Gülçün, belki hayatları boyunca aynı doğrultuda olmayacaklar. Ama bana yanlışımı, hatalı olduğumu gösterme konusunda, kibarca, yoldan sapmadan, sade bir şekilde öyle başarılı oldular ki...

AKP hiç bir zaman benim partim olmayacak. Buna kalıbımı basarım. Türkiyeyi dünyada lider yapsalar dahi, benim hükümetim yaptı demeyeceğim, buna eminim.

Fakat hislerine ve öngörülerine çok güvendiğim Gülçin beni çeviri konusunda farklı bir platforma sürükledi, buna eminim. Dışarıdan bir insanın çevirim konusundaki fikri önemliydi, ve Gülçin bunun için biçilmiş kaftandı. Tabi ki de sevecek olan vardır ama edebi çeviri konusunda fikrim 180 derece döndü. Zaten yapacak olan şimdiye yapardı, zırta pırta takmaz, engel tanımazdı. Bende edebi çevirmen azmi de, isteği de yok anam, dedirtti bana sonunda.

Bak ey okuyucu. Senin için zerre önemi yoktur eminim. Ama ben bundan böyle yönümü değiştiriyorum. Bir sonraki durak nedir dersen bilmem, ama çeviri dediğinde bundan böyle sadece teknik diyeceeem, teknik...

14 Haziran 2011 Salı

Almanya sehayati yaklaşıyor... Aslında en ufak bir heyecan yok bende (cok alışkınım zırt pırt yurtdışına çıkmaya, lütfen yani). Bazen yaşadığım dünyayı ve hayatı algılayamıyormuşum gibi geliyor. Mesela babam, birkaç site adresi gönderdi bana geçenlerde; çocuklarla yapmak istediğim şeyler için kılavuz olsun diye. Gezilecek muzeler, parklar, bahçeler... Benimse onlara bakmak gibi bir niyetim yok (şimdi sorsanız cevap veremem niye). Yani çocukları Almanyaya götürmek bile başlı başına iyi birşey bence aslına bakarsanız. Orada gün içinde sadece şehri gezsek bile yeter. Bir de şükürler olsun ki annem de geliyor bizimle. Hem de aynı uçakla... Yoksa Yeni Gineye giden bir uçağa bile binme ihtimalini düşünüyordum. Ben nasıl gitmişim Japonyalara kendimi göz ardı ederek acaba.

Almanyada kuzenim Nicole'ü de göreceğim. En çok sevindiğim de bu. Nicole çocukluğumun soğuk Almanyasında beni ısıtan, ilk gençlik yıllarımda sırlarımı paylaşan, birlikte ilk sarhoş olduğum, her zaman hanımefendi, ağırbaşlı, ama aynen benim gibi sırları olan canım kuzenim... Annesi vefat ettiğinde ben çok küçüktüm, ama aynı zamanlarda Almanyadaydık, ve annesinin vefatında Nicole, babası ve kardeşleri bizi ziyarete gelmişlerdi. Babası haberi bizim evdeyken almıştı... O kısmını hatırlamıyorum, ama ondan sonra karşılıklı sık sık ziyaretlerde bulunduğumuzu, daha sonrasında Nicole'ün cici anne problemlerini, evlerinin muazzamlığını, o evde yine de mutsuz olduğunu, ablasının gözümüzde ilah olduğunu, her şeye rağmen o kadar soğukkanlı ve sakin olmasına şaşırdığımı, gülen yüzünü, güzelliğini, bembeyaz dişlerini, akrabalar arasında hep yolunun gözlendiğini, ne anlatırsam anlatayım beni olduğum gibi kabullendiğini, kuzen değil de sanki hiç olmayan kız kardeşim gibi olduğunu hatırlıyorum...

Onu son görüşümden beri 4-5 yıl geçti. Ona son görüş demem için bin şahit ister gerçi; ikişer çocuktan dört çocuk tepemizde, konuşmamız sürekli bebe sesleriyle kesilmekte... Bunu saymazsak (ki noolur saymayalım, bu sadece bedenlerimiz nasıl değişmiş, yüzlerde kaç kırışıklık var sayalım diyebileceğimiz bir buluşmaydı), tam 20 yıl olmuş görmeyeli onu. 20 yıl önceki son buluşmamızda Bandırmadaydık, bir otelde. Ebeveynler akraba ziyaretindeydiler ve biz otelde yalnız kalmıştık. Gecenin bir yarısı otel yakınına yıldırım düşünce elekrikler kesilmişti, ve biz de hangi akla hizmetse otelden çıkıp Tatlısuya yürümeye başlamıştık o karanlık yolda. Of, yağmur bir yandan, şimşek ve yıldırımlar bir yandan... Sonunu sormayın, hatırlamıyorum, çoook korktuğumuz dışında. Ama yine aynı tatilde, bir akşam Tatlısu plajında biralarımızı alıp oturmuş, kimseye anlatmadığımız sırlarımızı paylaşmıştık. Nasıl güzel bir akşamdı, her şey nasıl uygundu o ana. Ya da ben öyle sanıyordum, çünkü ilk birkaç yudumdan sonra sarhoş olmuştum... Hani neler konuştuğumuzu zerre hatırlamıyorum ama o gecenin duygusunu hala unutamıyorum. Sevgili kuzenin yanında, ilk defa alkol alıyorsunuz, aldıkça (yani yarım saat sonra filan) sana bişi diycem ama kimseye söylemek yoklar, ay inanmıyorum ben deeeeler, olsun canım eminim düzelirler, pislik gebersinler... şimdi anlatamıyorum tabi ki (Çağla inatla yanına gelmemi istiyor, yoksa Jane Austin olacam bakmayın...), ama Nicole ile yaşadığım saatlerin her biri bende ayrı önem taşır. Belki kan bağı, belki zor zamanlarda birbirimize verdiğimiz destek, 20 yıl hiç yaşanmamış gibi aynı yakınlığı hissediyorum. Ve son planımıza göre Almanyada çocuksuz bir hafta sonu bizi bekliyor. Onun bebeler babada, benimkiler annemde, artık yıldırımlara mı koşarız, bir su kıyısı bulup ebelek gübelek sarhoş mu oluruz bilmiyorum. Ne olursa olsun, kuzenle buluşacağım için Almanya seyahati daha bir değerli gözümde. Heyecan yapacam lan neredeyse...

Böyleyken böyle, biz erecek muradımıza, siz çıkacaanız kerevete (aman boy verin, yüskeklik korkum var)...