8 Ocak 2013 Salı

Uzuuun bir aradan sonra tekrar merhaba sevgili okumayanlar... Okumadığınız için sizi suçlayamam, bu blogun yazarı olarak ben bile aylardır bi bakayım şu sayfaya deyip açmadım burayı inan olsun (aman ya da vazgeçtim olmasın). Öyle unutulmuş ki sayfa, şifremi bile zor anımsadım.

Her neyse, peki ben neden böyle oldum? Çünkü okullar açıldı, ev çocuktan geçilmiyor, çünkü çeviriler yoğunlaştı, uyumaya zor vakit buluyorum, çünkü sosyoloji okumaya başladım, ders çalıştığımı iddia ediyorum, çünkü yazmak için keyfim yoktu, yaşamayı yeğledim, ve en büyük çünkü hayatım acayip bir değişim içinde. Bu değişimi daha önce de yazmıştım, şimdi meyvelerini alıyorum galiba. Bir sene önceki benle şimdiki ben arasında Elmadağ kadar fark var inan olsun (takıldın sen de, olmasın anam).

Çok daha sabırsız, tahammülsüz ve katıyım, ve bunların sebebi olarak çok daha kararlı ve aydınlanmış olmamı gösteriyorum utanmadan. Neyin aydınlanmasını yaşıyorum, neyde kararlıyım henüz ortaya çıkmadı ama bu halimi eskisine yeğlerim. Belki de yaşla gelen bir şey bu, zamanımı dertlerle, tasalarla, beklemekle, kavga gürültüyle geçirmek istemiyorum. Bunları hayatımdan çıkarmak için de biraz kavga gürültü, biraz uzaklaşma ve içine kapanma yaşıyorum.

Neden sosyoloji okumaya başladım? Çünkü şu yaşa gelip de yerimde saymak istemedim. Kendimi bildiğimden beri bilgiye açım ama bilgiyi edinmek için de kılımı kıpırdatmıyorum. İşte uzaktan da olsa sosyoloji hocaları beni sadece kılımı değil, kı.ımı da kımıldatmamı sağladı. Kitap al, not tut, derslerine çalış salak dediler bana (salak biraz ağır oldu gerçi). Yaşımla, şimdiki zamanla, yaşadığım hayatla ilgili biraz derdim vardı; yaşım kemale erdi, zaman hızla akıp gidiyor ve yaşadığım hayat bana yetmemeye başladı. Ders çalışmak bunları unutmamı ve bir şeylere odaklanmamı sağladı. Hedefsizdim, bir hedefim oldu. Mezun olup sosyolog olmak umrumda değil, zaten uzaktan eğitimle kendime sosyolog dersem komik olur. Kısacası, kendime meşgale arıyordum, alasını buldum...

Geçen gün, en sık çalıştığım çeviri bürosundan zam istedim. Adam öyle kibar reddetti ki beni, neredeyse hak verip kendimi azarlayacaktım. Tavır ne kadar önemli, aynı tavırla bana adam bile öldürtebilirler demek ki... O günden beri de iş gelmiyor (5 gündür filan), ben de ders niyetine bir sosyoloji kitabı okuyor, evi düzenli olarak temizliyor, topluyor, uyuyor ve televizyon izliyorum. Aslında böyle de yaşayabilirim, fakat para kazanmak hoşuma gidiyor. Para neredeyse en büyük güç haline geldi yaşamımda. Bir yerde şöyle diyordu: Parayı araç olarak değil amaç olarak hedefleyenler para kazanır. Ben yüz yıldır parayı araç olarak görüyordum; onu bunu alırım, istediğimi yerim, istediğim yere giderim diye. Şimdi kazandığım parayı biriktiriyorum. Belki toplayıp bir yerde harcarım, belki kafama eser Kamboçya'ya giderim, ya da direk kafayı sıyırıp lüks bir yerde arkadaşlarımı toplar yemek ısmarlar, tüm birikimimi bayılırım. Hiç önemli değil, kafa yapım değişti ya, ben ona bakıyorum.

Son İstanbul gezilerimizde aklımdakini Kaya'ya söyledim şaka ile karışık; hadi dedim, İstanbul'a taşınalım. Hadi lan taşınalım dedi. Fakat sonra bir 3 gün daha geçirdik İstanbul'da, Ankara'ya dönüş yolundaysa evim evim güzel evim nidaları atıyorduk. Önümüzdeki yaz inşallah kafamdaki İstanbul yaşantısına kavuşacağım; annemlerin kiradaki evi boşalacak ve bizlerin hizmetine sunulacak. Artık 15 günlüğüne mi gideriz, bütün yazı orada mı geçiririz bilmem...

Son olarak şunu yazacağım: Ayın 15'inde maaş geliyor. 16'sında kuaföre gidip saçını yaptırmaya üşenen (ben oluyorum o) ne olsun...