21 Kasım 2010 Pazar

BİLİV İT OR NAT

Hello sevgili okuyup okuyup yorum yazmayan güzel arkadaşlarım!
İngilizce dersi gibi başlayan yazıma bir şans daha verip okumaya devam ederseniz, bayramda neler yaptım neler onları anlatacağım size.

Biz arabayı sattık. Hem de tam bayram öncesi. Hem de azıcık kelepir fiyata. Olsundu. Ve yeni bir araba aldık. Hem de yepisyeni. Hem de tam bayram sonrası teslim almak üzere. Salak olmamızı bir kenara bırakırsak, temiz bir alışveriş olduğunu söyleyebilirim. Ve fakat, elimizde avucumuzda sadece yalamalık para kaldığından 9 günlük bayram tatilinde neden Ankarayı beklediğimizin de cevabını vermiş olurum. Evet Ankaradaydık, evet tatil tamı tamına 9 gündü ve evet ben iki çocukla, ülkemin çeşitli şehirlerine dağılmış arkadaşlarımdan yoksun halde bu süreyi nasıl geçireceğim diye ak-kara her çeşit düşüncelere daldım. Ama herşey yolunda gitti. Ve işte; 9. günün akşamında, bebeler yataklarında huzur içinde uyurken huzurlu ve mutluyum...

Hafta sonu, yani cumartesi akşamı Güllü & Tolga (ve azıcık da Eren) ile Efes-Yer Fıstığı-muhabbet yaptık. O gece Gülrularda kaldık. Kaya çocuklara bakıyordu, eve geldiğimizde de henüz uyumamıştı... Ertesi gün çocuklar İngilizce kursuna gittiğinde ben ev temizledim (zaten tatildeki ödülüm temizlikti, hiç yapmadığım kadar seri ve fazla temizlik yaptım). Pazartesi, arife günü. Tüm güzide Türk aileleri gibi alışverişe çıkıp gelmeyecek misafirler için hazırlık yaptım. Sarma sardım, şekerfare pişirdim. Çocuklarıma da yardım edin bre kızanlar dedimse de kızan lafını anlamadıklarından sanırım, tv izlemeye devam ettiler.

Bayramın ilk günü kahvaltıdan sonra vurduk kendimizi yollara. Ayrancıdaki teyze ilk duraktı, ne güzel, bizi pek bir neşeli karşıladı. Bir önceki gece ö.üz gibi yediğimden, tatlılara sadece göz kırptım, ama içli köfte ile aramda birşeyler geçmiş olabilir... Sonra minibüse atlayıp Dikmen tepelerine çıktık. Dikmen benim eski semtim, caddeden ne zaman geçsem okul günlerim aklıma gelir. Pek çok şey değişmiş tabi, ama pastaneler, benzin istasyonları, bankalar hala yerli yerinde. Neyse efendim, diğer teyzeye de gittik, kuzenlerle bayramlaştık, tatlılara öpücük attık ve temiz havanın etkisiyle uyumak üzereyken olay yerini terk ettik. Yetmedi, Dikmenin daha daha yukarı, ve hatta artık aşağı meyleden ileri taraflarındaki bir arkadaşa da uğradık. Doğrusu, uğrayalım diye gittik ama çıktığımızda Kaya ve ev sahibi Ayhan sarhoş, saatlerse gayet dakik olarak 11 olmuştu. Ayhan ve eşinin her ikisinin de babaları çok hasta, hangisi daha kötü bilemiyorum. Moralleri sıfırdı, eşi ile çok yakın olmasam da kafası dağılsın diye kardeşlerimden girdim, dedemden çıktım, saatlerce konuştum. Eve geldiğimizde 12 gibi birşeyler olmuştu, ilk günü hakkıyla geçirdik diyebilirim.

İkinci gün, evde takılmaca, oynamaca gülmece yaptık. Yine hazırlık peşindeydim; patates salatası, günün yemeği, barbunya filan yaptım. Evi süpürüp bahçeyi düzene soktum. Akşam İbo ve Adnan geldi. İnanılmaz bir şekilde turları Ankarada kesişti, geçen bayram da aynı olmuştu da 10 yılda bir olur herhalde diye düşünmüştüm. Yine tipik bir güzel insan olarak bunu gelenekselleştirmeye karar verdim (acenteler, duyun sesimi). İbo çay, ben martini, Kaya ve Adnan rakı içerek tuhaf bir uyum yakaladık. Sarhoş olmadım ama...

Üçüncü gün de evde geçti desem... Güzel geçti ama, çocuklar parkta oynadı biraz, ben yine ve yine temizlik yaptım (nasıl oluyor da leş gibi oluyor ev bir günde anlamıyorum), Kaya ise kanun namına tv izledi durdu. Akşam üzeri Gülçin'e dedim ki, oyuna gitmeden önce bi gel de sarmamdan ye. O kapıyı çaldığında balkon tarafından Öykü ve anne babası çıkageldi. Kesinlikle hoş bir sürprizdi, çocukları hasta diye uğramışlardı ama oturdular bir süre. Gülçin çıktı, az sonra Öyküler ayrılırken bir telefon ve misafir gelmesin mi? Tok misafiri ağırlamak zordur diyen arkadaş bi bakabilir mi acaba? Aç misafiri ağırlamaya ne demeli? Oturur oturmaz ağzını "açım"dan açan misafire ne yapmalı? Et diye tutturan adama sarma, barbunya, sigara böreği vermek? Yemek öğretmeni karısına birşey beğendireceğim diye mahvolmak? Zaten kadın tabağından kırıntı bile almamış, kocası onunkini de yemiş, bu strese can mı dayanır. Dayadım ben de birayı bünyeme. Ne aç kaldı ne tok. Misafir, dedim kendi kendime, dürüm döner hayal eder, sarma böreğe tav olur...

Dördüncü gün, çıkmaya niyetlendik bir. Ama Oya aradı, geliyoruz bekle bizi minvalinde birşeyler dedi ve yarım saat sonra çıkageldi. Neyse ki elimde hala biraz yiyecek kalmıştı. Çocuklar eve bile uğramadan parka gittiler. Biz de çaylarımızı doldurup yanlarına... Biraz sonra Borkanlar geldi. Esini direk parka aldık ve eve gidip kocaman tepside tatlı, börek ve çay getirdim. Esin inanılmaz sade ve hoş giyiniyor, doğuştan gelen zafareti de cabası. Onu parkta ağırlamaya kıyamıyor insan... Hava soğuyunca çocukları da kendimizi de eve attık, balkonda demlenmeye başladık. Biraz sonra Türkan ve Tonguç geldiler. Tonguç, Kayanın çocukluk arkadaşı, İstanbulda yaşıyorlar ve inanılmaz bir çiftler. Acayip eğlenceli bir saat geçirdik. Melihten, Yalova termalden, köpük masajından, arabalardan bahsettik. Kısaydı ama güzeldi.


Sonrali gün, yani dün, artık çıkalım dedik. Çıkalım da alem nezih Ankara ailesi görsün. Kahvaltıdan kalkıp yürüyerek Beğendik'e gittik. Yarım saat sürdü yürüyüş, fakat vardığımızda günlerdir yemek yememiş gibi açtık (sen laf eder misin elin misafirine). Beğendik çok hoş bir yer ya... İbo ile mekanımız. Yıllar önce beyaz milka çikolatayı ilk orada görmüştük de, günün birinde bunu alacak paramız olacak mı demiştik (azıcık pahalıydı, para vardı ama ona harcanamazdı). Her neyse, Beğendikten Kayseri mantısı alalım dedik. Çitimler gelecekti çünkü akşama. Alışverişi yapıp Orta Dünyaya gittik. Hayatımda yediğim en kötü tosta 3 TL ödedikten sonra en güzel ev bizim ev nidalarıyla evimize döndük. Başım ağrıyordu, deliler gibi yorgundum ve canım artık hizmet etmek istemiyordu. Çitimler geldiğinde ne mantı hazırdı ne de masa... Halden anlar misafir bir başka oluyor, dalgasını geçe geçe yardım etti de karnımız doydu gecikmeli olarak. Sonra da çay eşliğinde tenisten, çocuklardan, salonumuzun şeklinden konuştuk.

Bugün de bebeleri kursa gönderdikten sonra fotoğraf çektim azıcık bahçede. Az sonra Atalay ve Hande uğradılar. Kızları hastaydı ve bu yüzden Handenin morali kötüydü. Duru sık hastalanmadığı için alışık değil belki de. Neyse, melek yavru uyuyakaldığı için baya bir oturdular ve dolapta kalan son sarmayı ve böreği tadabildiler. Televizyonda kamera şakaları izleyip güldük. Atalayın ilk kez kahkaha attığına şahit oldum. Onlar gidince Öykünün babası ve kardeşi geldiler kontrole. Fakat oturmadılar, ce deyip kaçtılar...

Bir uzun tatil de böyle geçti. Bana sorsanız hala ilk gündeyiz, öyle bir hızlı geçti yani. Şimdi buraya yazınca fark ettim, az da misafir gelmemiş. Aferin bana, ne de güzel ağırlamışım üç parça yiyecekle. Eee, kelimesi kelimesine hakkını vermeliyim, yemek işin bahanesi, maksat muhabbet. Değil mi?

2 yorum:

gülru dedi ki...

bi bayramı daha ayrı geçirdik aşkııımmmmm
ama 14 şubata randevu vermeeeeee:)
bu arada az kalsın pazar size gelcektik ama sesin o kadar yorgundu kiiii dedim sonraya kalsın gitmediimiz yer diil
öpenzi yalayanzi gülüümmm:)

Nazlila dedi ki...

Yeni arabaniz hayirli olsun, kazasiz, belasiz sürüsler diliyorum :)