9 Mart 2012 Cuma

İnsan mutsuzluğunu da sevmeli bana göre. Ürkütmemeli onu, kaçırmamalı. Arada karşılaştığı, anlaştığı, gördüğünde sevindiği bir tanış gibi bağrına basmalı. Gel bir çay içelim senle şurada, demeli. Ne var ne yok görüşmeyeli, hadi anlat diye bastırmalı. Çünkü mutluluk kadar mutsuzluk da, işte yolda rast geldiğin eski bir dost gibidir. Dosttur o da, düşman değil.

Ben fark ettim ki, ne zaman mutsuz olsam, bunu dibine kadar yaşamayı istiyorum. Mutsuzluğumu seviyorum. Onu bazen özlüyorum. Ve karşıma çıktığında, onu kendi haline bırakıyorum. Bırakıyorum ki, bana bir şeyler öğretebilsin. Çünkü şu genç (!) yaşımda gördüğüm tek bir şey var; mutluluk bana bir şey katmıyor, beni zenginleştirmiyor, beni bir sonraki evreye atlatmıyor. Fakat mutsuzluk! İşte mutsuzluk, beni yerden yere vursa da kişisel gelişimimi sağlıyor. Olgunluk veriyor, ilham veriyor, destek sağlıyor. Ben ne zaman mutsuz olsam üretiyorum. Ne zaman garip bir ağırlık çökse göğsüme, oradan acayip bir şeyler çıkıyor.

Ve insanlar neden mutsuzluktan kaçar, bazen anlamıyorum. Her zaman güllerle karşılanması gerekemez, ama sen her gördüğün yerde kışkışlarsan, kaçarsan bet duygularından, ne zaman tanıyacaksın kendini? İyi günlerin varsa, kötü günlerin de olacak, bundan daha doğal bir şey düşünemiyorum.

Anlayacağınız, devammm...

Hiç yorum yok: