20 Ağustos 2008 Çarşamba

KISMETİM MERCİMEKTEN AÇILDI

Eski 360 yazılarımı blogspota taşımaya başladım. Aman ne eğlenceli bir işmiş bu böyle sormyaın gitsin. aslında yeni gönderileri böyle hiç düşünmeden, copy paste yaparak ardı ardına göndermek harbi matrak birşey. taa ışın yılından gelen (var mı böyle bir terim aceba) düşüncelerim ışın hızıyla ekrana yansıyormuş gibi oldu (hayatımda ilk kez şu hazır soğuk nescafelerden yaptım şimdi kendime, koydum turuncu pipeti de bardağa ha babam içiyorum. yalnız poşetinin üzerine bir kaç uyarı koymalarını önereceğim; iyice karıştırın, mililitre ile miligram ölçülerini bi zahmet öğrenin ki eve yığdığınız çeşitli boylardaki bardaklardan hangisini seçeyim diye kafayı yemeyin, pipetle içerken fazla höpürdetmeyin konu komşu uyanmasın, vs.).

Onları kopyalayıp yapıştırırken bazılarına şöyle bir göz gezdirdim ve şu dahiyane sonuca vardım: ben ne zamandır bloga layığını verip günlük koşuşturmalarımdan bahsetmiyorum burada. Aklım fikrim teyzemde, fotolarda, can sıkıntısında filan. Aslında günlük hayat son sürat devam etmekte ve iyice koyulaşan saçlarımı efil efil uçuşturmakta buralarda. Bu rüzgarlar, esintiler anılarımı bir bir alıp götürmeden bloga giriş yapmam gerek, eh fazla söze ne gerek, oturun şöyle yamacıma diyim hallerimi bari.

Şu günlerdeki en muhim konumuz Çağla ve Sinanı, uzun araştırmalarım sonucu pek bi şahane statüsüne layık gördüğüm Teğmen Kalmaz İÖO'na kayıt yaptırma mücadelem. Çeşitli seferler, üzerimde yeşil pantolum, eteğim, mavi ufak küpelerim veya düz beyaz mango tişörtüm olduğu halde yaptığım ziyaretlerin sonucunda, okul gibi resmi yerlerde kabul görmek için en uygun kıyafetin, şaşıracaksınız amma, mavi kot ve sütlü kahve mango tişört olduğunu anlamış bulunmaktayım (şu mango tişörtleri olmasa bitmiştim sanırım). Yeşil pantol bugün git yarın gel, etek ayın 15i uygun, mavi küpe ise müdür yerinde yok demek anladığım kadarıyla. Dün ilk kez Kaya ile yaptığımız ziyaret sonrasında elimize iki ufak kağıt tutuşturuldu. Kağıtlarda tebrikler okulumuza kaydolmaya hak kazandınız, artık yer gök sizin, yazacak sandım ama enayilik bende; bağış parası yatırmadan, 5 ytllik posta pulu almadan, ikametgah ilmuhaberi (Allahım galiba doğru yazdım) çıkarmadan kimi nereye yazdırıyorsun alooo minvalinde birşeyler vardı kağıtlarda. Neyse kısa keseyim, bugünün yapılacaklar listesinde ilk sıraya bu işleri yazmıştım, zaten başkaca da işim gücüm olmadığından ye-iç-yat takılalım bebelerle diyordum. Fekat heyhat, sen misin diyen, sen misin bugünü küçük gören, bak bakayım nerede yatıp nerede ne yiyip içiyorsun. Sabah önce Kayanın telefonu ile uyandım, ufak bir sağlık problemim yüzünden Numune Hastanesine gitmem gerektiğini söyledi. Çocukları, evindeki odaların yerini değiştiren ve bunu yaparken bir tülbentle başını bağlayarak çok sevimli olan Selma Teyzeye bıraktım. Numunede öğrendiklerim: Genel cerrah Tanju Bey, ki kendileri kim bilir Kaya ile nereden tanışıyor (bak merak ettim şimdi), benim hayat boyu kistlerimle kardeş kardeş yaşamam gerektiğini söyledi. Kardeş kardeş... Oldu canım... Ben kardeşlerimle tanıştıktan ancak 15-20 yıl sonra anlaşmaya başladım hem, yani ne diyeyim sana hoca şimdi?

Neyse ki işim çok sürmedi, hemen uçar adım çocukları aldım, bir kahve içtim alırken de, sonra Tunalı tarafına park edip Şili meydanının tam orta yerine oturmuş sokak insanının 100 metre ötesinden geçerek (sokakta yaşayan tayfa ile aramda çok büyük bir engel var: kokuları. yoksa severim hani) İş Bankasına yollandım. İş Bankasında öğrendiklerim: çocukların topladığı yaklaşık bin adet broşürden anladığım kadarıyla bu banka isminin hakkını gani gani veriyor, her iş için kredileri var, hani işin ne olduğunu söylemem süpris deseniz anında önünüze saçacaklar paraları.

Oradan çıkınca çocuklar nedense fazlasıyla erken bir saatte acıktılar. En iyi yemekçi bildiğin yemekçidir diyerek hemen Kıtıra yöneldik. İki kaşarlı kumpir ve bir "en küçük" kokoreç (adama böyle dedim aklıma gelmediği için, "çeyrek mi yani" dedi. suratsız şey) aldık ve Kuğuluda mideye indirme işlemine başladık. Kumpirlerin yarısını ben, benden arta kalanları güvercinler yedi. Amma bereketliymiş ki ziyafetin sonuna serçeler de yetişti. Sinan serçelerin geçen geldiğimize oranla küçüldüğünü iddia etti. Hayatta yapacağım son şey ona itiraz etmektir, çünkü sonunda ben hiç bir şeyi bilmeyen anne olarak kalakalıyorum ortada. Açıkçası bir şeyleri yanlış bilen anne olmayı ve oğluma "elbet yavrum" demeyi tercih ederim.

Tam yemek bitmişti ki eltim Canan aradı: Sabit babadaymış, gelir miymişiz. Gelmez miyiz ayıp ettin, hatta kırtasiye, postane, muhtar üçgeninden ne kadar uzağa gitsek yeğdir. Sabit babanın evine vardığımızda Canan börek hazırlıyordu. Ben de mercimek çorba ile yemekte tuzu olma görevimi yerine getirdim. Gerçi o çorba Sabit babanın önünde önce tatlı çorba, sonra sarı, sonra ekşi ve en sonunda soğuk çorba oldu, ama olsun ben onun orijinal halini biliyorum ya. Sabit baba şu günlerde pek iyi değil. 2 yıl önce de iyi değildi, ama artık yerinden zor kalkıyor. Ve süreklli konuşuyor. Karşısında biri varsa her telden çalıyor: peygamber efendimiz çorba ile ekmeği birlikte yiyin demiş, dün güreştim de sırtım ağrıyor şimdi, bak dışarıda kar yağıyor (hava 40 derece), bu çorba bizim buraların çorbası, adı da sarı çorba, vs... Al baba bu da buraların suyu ve ilacı, başka yerde yok:) adamcağıza bir bakıcı arıyoruz, ilgililelre duyurulur. Sabit babada öğrendiklerim: hazır çorbayı asla kendi haline bırakma, şımarıyor.

Oradaki işleri bitirip eve döndüğümüzde saat 7 olmak üzereydi. Ne de çabuk geçmiş zaman di mi? Tam üzerime eşofmanları geçirmiştim ki Canan aradı: Sabit baba ayakta namaz kılmaya çalışırken arkaya doğru düşmüş ve kafasını kapıya çarpmış. Hemen girdiğimiz gibi çıktık evden. Olay yerine geldiğimizde asayiş berkemaldi. Adamcağızın kafasının arkası çizgi halinde öyle bir göçmüş ki, ilk bakışta kan akmayan bir yarık gibi görünüyor. Of yaaa, o zamana kadar hastalığına, evdeki yalnızlığına, çöp gibi kalmasına yine de olumlu yönlerden bakmaya çalışan ben orada koptum artık. Diyecek birşey bulamadan onu izlerken Sabit baba televizyondaki çizgi film karakteri ile bir diyaloga girmişti.

Eve dönerken cep telefonum çaldı. İstanbullu bir tercüme bürosu, ki iki gündür beni yeminli tercüman yapmak için didiniyorlar nedense, 1 sayfalık bir çeviri göndereceemiş, haber eylemişmiş. İyi gönder aman eksik kalma, ben bir oturamayım şöyle popomun üstüne iyi mi, siz hep 40 çarşambayı bulun böyle, bakalım nereye kadar. Yav kardeşim evde yemek yok, çocuklar vakit geçirmek ister, dün gece yarısı giden misafirin bulaşığı duruyor, gelip yıkayacak mısın.

Çocukları haşlama faslım bittikten sonra (odalarında bale yaparak ilerleyebiliyorum) oturdum bilgisayar başına, takkıdı takkıdı yaptım çeviriyi. Hem de çocukları yeşil mercimekten, mutfağımı temiz tezgahtan, salonumu düzenden mahrum bırakmadan. Sonra dedim ki kendime:

lan Özleem, çocuk da yaptın, yarım yamalak bir kariyer de, aferin koçuma, kim tutar senii.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

tez elden sabit babaya birini bulalım bu biiirrrr, ben seni çok takdir ediyom bacı çocuk-kariyer-ev üçgeninde bu ikiiiiiiiiiiiiiii
üçüncüsünü bulamadım hadi öptüüümmmm

gülru

deli kuş dedi ki...

he he, tam da seni blogumun arkadaşlar kısmına büyük bi keyfle ve yine sana sormadan ekledikten sonra hemen sayfanı açıp bi güzel okuyuverdim blogunu ve ilk yorumu yapcam şimdi, çok keyfliyim:)))
şunu hemen dillendirmeliyim ki çok tatlı keyfli bi dilin var,dönüp dönüp yeniden okunabilecek yazılardan...
çocukları teğmen kalkmaza kaydettirmene çok sevindim, öğretmen arkadaşlarımdan da duyduğum ve bi kaç tane özel öğrencimin de oldugu başarılı bi okul...
tüm gün ne dolu geçirmişin, aslında eger sabah işe gitme mecburiyetim olmasa kati süretle bi günü böle geçiremiyecegimi düşündüm ben de.
ve sabit baba için üzüldüm gerçekten de,insan hali, büyüdükçe yeniden birileri olmadan yaşamak ne kadar zor olsa gerek!!!!

Nazlila dedi ki...

Colpan'a tamamen katiliyorum, işe gitme mecburiyetim olmasa ben de imkani yok senin yaptiklarinin dörtte ikisini bile yapamam! Hani istanbul'da her gün bir seyler yaptim ama yine de seninki kadar yogun degildi.. :)))

evilstrawberry dedi ki...

masallah diyin kizlar nazar degmesin :) valla ben de dusunuyorum bazen kendime bakmaktan acizim nasi beceriyo ozlem iki cocuk hem ev hem is harbi helal olsun :)
sabit baba da eminim cok seyi hatirlamasa bile rahat ve mutlu bi hayat suruyo kendi kosesinde ve yaninda sizin gibi onu seven insanlar var o yuzden o da cok sansli. bu yonuyle bakarsak yani. cok gecmis olsun tekrar.