13 Ağustos 2008 Çarşamba

Sonbahar

Annemin İzmirdeki evinde kalırken eski foto albümlerini karıştırdım bir gece. Hiç bir amacım yoktu aslında; ne çocukluğuma dönmek istedim ne de yeni foto var mı diye bakınmak. Sadece hava çok sıcaktı, evin tek klimalı odası salondu ve televizyonu açınca çocuklar kavalcılarını arayan fareler gibi koltuklara gömülüyordu, ve üstelik eve aldığım tüm o 8 pazar gazetesi de okunmuş halde sehpaya yayılmış duruyordu. Yani her şey eski fotoğraf albümlerine gizlce bakmam ve derin duygulara gömülmem için hazır beni bekliyordu. İş ki çocuklar koltuğun arkasında kalan dolabın önüne çömelmiş ne yaptığımı merak etmesinler...

Etmediler. Kimsecikler beni rahatsız etmedi. Kimse çoktan ölmüş gidip eş dostun, büyümüş de kendileri anne baba olmuş dünkü bebelerin, şimdi yüzü kırışıktan tanınmayacak halde, ama o zaman en güzel halleriyle objektife gülümseyen genç insanların fotoğraflarına bakarkenki yüz halimi görmedi, içimde tarif edemediğim duygularımı fark etmedi. İyi de oldu. Öyle kendi başıma kaldım ki o bir saat, işim bitip albümleri yerlerine koyduğumda 25-30 yıl sonrasına dönmem çok zor oldu. Daha demin genç ve çok güzel annemin kucağında ağlayan çocuk değil miydim ki.

Annem gençliğinde bence çok hoş bir hanımmış. Yolda durdurup sorarlarmış siz Hülya Koçyiğit misiniz diye. Yine de bu çakma hayranların dışında öyle güzelliği ile ön plana çıkarılan biri olmamış hiç. Benim boylarımda, esmer, her daim sade, güleryüzlü ve yaşıtlarından, kardeşlerinden daha zayıf. Çocukluğumda bile o fotoğraflara bakar bakar hayaller kurardım, bir zamanlar annemin o kadar alımlı olması çok hoşuma giderdi. Bununla birlikte çok uzun bir süre kendimi Ajda Pekkanın kızı zannettim. Buna neyin neden olduğunu bilmiyorum, çok da önemsemiyorum.

Fotoğraflarda hep Çiçek teyzemi aradım. Kardeşler arasında en güzeli oydu. En erken giden de. Son aylarda onu çok düşünür oldum. Yeğenleri arasında en çok beni sevdiğini hissettiğim için herhalde. Neden 10 yıl sonra depreşti canım teyzeme sevgim, neydi cenazesine gitmeme engel olan bilmiyorum. Şekeri 400e fırladığında hastanede görmüştüm onu; doktorları azarlıyordu, tuz getirin, ben prensipli kadınım yemeğimi tuzlu yerim diye... Hastaneden çıkıp eve geldiği günlerden birinde Yıldız teyzemi arayıp revani tarifi isteyen de oydu, bir tepsi revaniyi "atın ölümü arpadan olsun" diyerek yiyen de. Onu son görüşüm komadayken oldu. Benim canım Çiçocum, o iri teyzem, çocukluğumda elleriyle bana yumurtalar, nutellalar yediren korkusuz kadın yatağında öyle ufalmıştı ki görünmüyordu bile. Teyzem çok güçlüydü, babasız iki çocuk yetiştirmiş, kendi giyim atölyesinde tüm o tüccar erkeklere kafa tutarak hayatta kalmayı başarmıştı. Bizim için, kızları için hep örnek alınacak biriydi. Öyle tuttuğunu koparan bir kadın için çok da tercihli bir ölümdü belki. 55 yaşında ölmesinin ardından benim yıllar boyunca tek tesellim bu oldu. İstedi ve yaptı, nokta.

En çok da, en küçükleri olan Oya teyzemi görünce afalladım. Çünkü fotoğraflar onun 2-3 yaşına dek gidiyordu. Kim diyebilir ki bu çocuk büyüyecek, ilk okulda Ayşe olan ismini mahalle komiserinin yardımı ile ve ailesinden habersiz değiştirecek, ilk olarak annemlerin nişanında tanıştığı amcam ile tanışmalarından 11 yıl sonra evlenecek, ailenin en matrak elemanı olacak, uzun süre şehir şehir dolaşacak, sonunda bir kıyı kasabasına konacak diye. Kardeşimle ben ona o kadar hayrandık ki, evleneceğini duyunca çok ama çok kıskanmıştık. Amcama kıl olmuştuk bizim anne yarımızı alıyor diye. Hele ilk çocuğu doğduğunda hasetliğimiz tavan yapmıştı, başka bir çocuğu bizden daha çok sevecek diye. Ne tuhaf bu çocukluk be.

O zamanlar nelere hislenmişim, nelere kızmışım, üzülmüşüm hep hatırladım. İşin en ilginç ve güzel kısmı, aradan geçen bilmem kaç yıldan sonra aynı hisleri, kızgınlıkları çocuklarımda da görebilmem. Bu fotoğraflar benim çocuklarımı anlamama nasıl yardımcı oldu bilemezsiniz.

Aralarından birkaçını kaçırdım, annem duymasın. Gösterdim Çağlayla Sinana, tanısınlar atalarını, öğrensinler gençlik neymiş, yıllar insana neler yapabiliyormuş, bilsinler yalnız değiller diye.

1 yorum:

Nazlila dedi ki...

Ulen yorumu alta yazmisim sarkiyla blog birmis gibi.. :))