18 Aralık 2008 Perşembe

Hiç tahmin etmediğim bir arkadaşım Issız Adama gitmemi tavsiye etti. Şu şunu demiş bu şöyle oynamış demeyeceksin ama, sadece kendini bırakacaksın, öyle güzel geliyor ki insana dedi. Günümüz şehirli insanının hayatını çok güzel yansıttığını da söyledi. Ben de filmin isminin iki anlama gelmesini hoş bulduğumu söyledim. Nereden duyduysam (film hakkında çok az şey biliyorum çünkü) esas kızın isminin Ada olduğunu biliyordum, "Issız Adam"ın hem kadını hem de adamı kastetmesini de romantik bulmuştum (aslında kadını kastetmesi pek hoşuma gitmişti). Giderim belki bir gün, ama Çağan Irmak'ın filmlerindeki o yapmacık havaya ısınamıyorum bir türlü. Belki de arkadaşımın demek istediği de buydu, oyunculuğa, laflara bakma, filmin kendi güzel. Tabi ya, eski Türk filmleri de böyle değil miydi, her türlü olası dışı olayı kabul ederek, yukarıdan sarkan mikrofonları filan görmezden gelerek izlemedik mi sanki yıllarca...

Dün bütün o "biryandanküfürederkendiğeryandanveliolmayaadapteolmayaçalışma" hallerimin arasında 1 saat vakit buldum ve mağaza gezmesinden önce beni yürütmez hale getiren tuvalet ihtiyacım için D&R'a gittim (hehe intikam soğuk yenen bir yimektir). İşimi bitirdim çıktım, fekat dışarı çıkmadan önce en azından indirimdeki kitaplara göz gezdireyim de görünen-görünmeyen kameralardaki gözleri dikkatini çekmeyeyim dedim. Çok güzel bir kitap buldum, Sabahattin Ali'nin Resimli Hayatı (Eminim kitabın adı böyle değildi, ama ortada bir şair, bir hayat ve güzel resimler vardı). 20 YTL diyordu kitabın arkasındaki etiket. Yuh dedim cevaben. Ucuzluğunuz bu mu kappe dünya. Bir koydum bir elime aldım kitabı. Sayfalarını karıştırdım, öyle de güzeldi ki. Sabahattin Ali'yi birinci elden, kızından okuyabilirdim. Fotolarına bakıp dakikalarca hayale dalabilirdim. Öldüğünde yanında bulunan kitap, defter ve fotoğrafları büyüteçle inceleyebilirdim. Bendeki bu Sabahattin Ali merakı Kürk Mantolu Madonna ile başladı. Yok yok, daha önce tabi ki şarkıya konu güzel şiiri ile (Başını göğsüme sakla sevgilim/güzel saçlarında dolaşsın elim). Aşkı sevgiyi bağlılığı kadın güzelliğini S.A.'dan daha güzel ifade edenine rastlamadım. Ki aşk meşk konulu hiç bir şeyden fazla haz etmiyorum uzun süredir. Hayatı hakkında pek bir şey bilmiyorum, ölümünün hazin oluşu dışında. Ama kafamdaki Sabahattin Ali sakin, kadınına tam kıvamında değer veren, efendi, kimseyle özel bir derdi olmayan, hüznü yerinde, neşesi yerinde, güvenilir ve bir şekilde hep kazık yemiş bir adam. Bulduğum kitap kafamdakileri sorgulayabileceğim mükemmel bir kaynaktı. Ama almadım. Çünkü öküzüm. Başka açıklaması yok. Ama alacağım. Çünkü neyse ki eğitilebilir bir öküzüm.

Bayramda yaptığım onca hazırlıktan sonra (dolma ve şekerpareyi kastediyorum:)evimize sadece Nazlı ve Tolga çifti geldi. Sağolsunlar, bayatlamadan az önce de yaptıklarımdan tadabildiler, fekat evimin o düzgün halini ancak hayallerinde canlandırdılar, çünkü bayramın 4. günüydü... Cuma geceyarısı da Umut Hanım ateş almaya geldi, ve Pazar günü Pınar Mınar Hanım evimizi şenlendirdi oğluyla. Umut gece 1'de geleceği için rahattım, çocuklar uyumuş olurdu, e Kaya da nöbetçiydi, artık vur patlasın çal oynasın sabaha kadar muhabbet ederiz diyordum. Umut 1'de geldi gelmesine, fakat canım bebelerim saat kurmuş gibi bundan 15 dakika sonra uyanıverdiler. Umut hoş bir insan, gerçekten de. O saatte çocuklara resimli bir faaliyet gösterdi, onların yaptıklarını ciddiye alıp önerilerde bulundu. Bizimkiler de bundan güç alarak sabah 5'e kadar beyaz gece keyfi yaptılar (ay ay ay Beyaz Geceleri hatırladım, ne güzeldi beee).

Pınar yavrum bizim eve ne zaman gelse temizlik yapar. Ya kendimi çok acındırıyorum ya da ona bile gerek kalmıyor, evin hali ortada oluyor. Hemen alır eline bulaşık süngerini veya süpürgeyi, başlar işin ucundan tutmaya. O gittikten sonra halimden biraz utandım (çok değil ama:) ve toparlayım bari evi azıcık dedim. Sonra da evimin makus talihi hakkında düşündüm. Evi temizlemem demek eve misafir gelmeyecek demektir, bu hep böyle olmuştur. E tabi sen misafir gttikten sonra işe koyulursan daha çook düşünürsün makus bilinçli talihini evinin. Gerçek şu ki ben Pınarı, Gülruyu, Nazlıyı, Umutu, Ebruyu misafirden saymıyorum, sorun da buradan çıkıyor. Onlar evimin demirbaşları gibi, en berbat halimi bile görmelerinde sakınca yok (ki gördükleri başka bir halim de mevcut değil:P).

Bak göresim geldi şimdi sizi kızlar, içimden hep dediğim şeyi ahanda buraya yazayım: Çok seviyorum ben sizi, yeminle. İyi ki varsınız hayatımda. Bunaldığım sıkıldığım anlar oluyor sizden, daha iyi olabilirler neden değiller ki dediğim de, ama olsun, her derdimi anlatıp teselli bulacağım taş gibi kızlarsınız. Ne kadar itici gelse de kız dayanışması denilen şeyi sizde görüyorum (kız dayanışması deyince aklıma hemen Sex and the City geliyor, o gelince de İstanbulun hiç kimseyi hiç bir şeyi beğenmeyen salak paralı kızları geliyor, ama gelmesin di mi, tamamen ayrı dünyalarda takılıyoruz onlarla sanırsam). Tüm bu sevgilere karşı o bunaldığım zamanlarda arkanızdan konuşuyorum, hem de çatır çatır. Bu da beni feci rahatsız ediyor. Ama yüzünüze söylesem olmaz diyorum, o yüz ifadelerinizi görmek istemiyorum. Hemen savunmaya geçmenizi istemiyorum, ki bunu yapacağınızı biliyorum. Bunun bir çeşit rahatlama olduğunu düşünüyorum, konuşuyorum ve yük benden kalkıyor. Böylece size çemkirmiyorum. Noolur affediniz beni, 35 yaşımı doldurmama az kaldı, ben kendimi böyle kabul ettim, siz de bozmayınız e mi?

Bira içiyorum, çenemin açılması bu yüzden. Demin Çağla uykusunda sayıkladı, bunu sık sık yapıyor. Çocuklarımız göz bebeğimiz, her şekilde kabul etmeye hazırız onları. Anne olmadan önce sorunlu çocuklara bakışım fena halde önyargılıydı, her şeyin ana babadan kaynaklandığını düşünürdüm, gazetelerde orada burada ne bileyim katil olmuş gençleri okuyunca ana babalarının bunları reddetmesi gerektiğini düşünürdüm, hani yetiştirdiği insan kötü olmuş ya, hemen kesip atmalıydı. Ama şidmi sorsanız çocuklarını reddeden insanlara şaşıyorum, her ne yaparsa yapsın anne annedir baba da baba diyorum. Çok çok büyük bir laf tabi, ama umarım bunları sorgulayacağım bir hadiseyle karşılaşmam.

Amaaan nereden nereye geldik. Çok konuştum ben de, iyi geldi. Daha yazasım var gerçi. Şimdi mesela annemler (hatta annemin arkadaşları teyzeler filan) hep bizim küçüklüğümüze dair anılar anlatırlar. Yok sen şöyle yapardın, yok bir gün Serdar şunu yapmıştı diye. Öyle bir iki de değil, sürüsüne bereket anı var, sanırsınız ki biz kardeşimle komedi dans ikilisi her adımımız olay. Şimdi çocuklar bana bebekliklerini soruyorlar, anlattığım iki hikaye var, biri Çağlaya biri Sinana ait. Oysa ki benim yerimde annem olsaydı anlatacağı bin tane hikayesi olurdu bebekliklerine dair. Ya bende var bir tuhaflık (unutkanlık diyecektim pardon) ya da benim bebelerden komedi ikilisi çıkmayacak. Ay hiç güzel anlatamadım, sileyim mi, yok yok silmeyeyim (ben sarhoş oldum bu arada, kafamda sileyim silmeyeyim diyen iki tilki kavga ediyor).

Hadi kapatayım bir tilki silmeden bunları.

3 yorum:

Adsız dedi ki...

bende çok seviyom siziiiii, arkamdan konuşsanız daaaaaa.
bu arada benden önce davranan çıkmazsa sana hediyemi ağzınla söylemiş bulunuyosun, yoksa niyetin bu muydu zaten??
keşke evlere dağılmayıp beraber içseymişik ayoollll, canım çekti şimdiii.
gülru

Nazlila dedi ki...

Aslinda cok tuhaf di mi, en yakin arkadaslarim dedigin kisilere bile gün geliyor gicik olabiliyor hatta zaman zaman görmek bile istemeyebiliyorsun! Ama zaten anahtar bu, gicik oldugunda görmemek! Ara vermek.. Yatismak.. Sonrasinda her sey normale dönüyor zaten, arkadaslarini oldugu gibi kabul ediyorsun, haliyle kendini de.. Öyle bir denge üzerine kurulu ki arkadasliklar, en cok kendini taniman lazim!

Pinar dedi ki...

aloooo alooooo......love you so muchhhh..aglicimmm simcik....