22 Şubat 2009 Pazar

KISSADAN HİSSE

Aslında çok hevesli geçtim bilgisayar karşısına. 1 saattir de yazıp yazıp siliyorum. Amacım, geçmişte yaşadığım tuhaf sürprizleri yazmaktı. Ama bir türlü lafı kısaltamadım, laf kısa olmayınca madde madde yazmanın da anlamı yoktu. Sildim ve bu kez iki cümle yazdım, e takdir edersiniz ki iki cümle ile tuhaf bir sürpriz anlatılmaz. Ben de konuyu kapadım, yeni konum da yok. Böyle takılalım işte, ben konuşayım siz dinleyin...

Dün Sinanın sınıftan bir arkadaşı geldi annesi ile. Yorgundum ve başım ağrıyordu. Baş ağrısı ile misafir ağırlamak felaketmiş, gülsem sol yanım tutuyor, şaşırsam alnım. Neyse ki çocuğun annesi umduğum gibi vıyk vıyk çıkmadı. Hatta tam tersi, fena halde yakın buldum kendime onu. Cümlelerimizi tamamlayıp durduk sürekli. Ailecek rahat, hırstan yoksun, dağınık tiplermiş, bunları duyunca bir kanım kaynadı sormayın. Çünkü hafta içinde yine Sinanın bir arkadaşının evine birkaç saatliğine konuk olduğumuzda evin hanımına ilk sorduğum soru "Evini nasıl böyle düzenli tutabiliyorsun?" olmuştu. Sanırım benim için insanlarla belli bir samimiyeti yakalama noktası bu soru. Çünkü verecekleri cevap ne olursa olsun kendimi açıklama fırsatını elde ediyorum. Titiz de olsalar dağınık da, onları ileride görebilecekleri manzaralar karşısında uyarmış oluyorum. Ben demiştim avantajı... Neyse, bu dünkü kadın için hiç gerek yokmuş aslında konuyu açmama. Çünkü birçok konuda benim tıpkı basımım gibiydi adeta. Almanyada yaşamış, Almancayı çok seven, İkeadan haberdar (okuldaki velileri görseniz İkeayı bilen birini tanımanın ne kadar sürprizli olabileceğini anlardınız), ortak arkadaşlarımızın olduğu, kitap okumayı seven, kafamdaki gündemden haberdar (film adlarını sıralayınca höö? demeyen, yazarlardan bahsederken kitaplarını söyleyen, her tür markayı bilen yani), dinleyen, babası çevirmen olduğu için benim halime aşina olan bir hatun. Bunlar tıpkı basımım olmadı galiba, ama hissettiğim buydu. Oğlunun ve Sinanın bir çok ortak özelliği çıktı, beni en çok şaşırtan da çorap çıkarmaya karşı olan aşırı hassasiyetleri. Küçüklüklerinde diğer bebelerle oynamayan, tek başlarına oyun kuran çocuklar. Şimdi olmasa bile geçmişte diğer insanlarla ilişki kurmakta, sosyal olmakta zorlanmış olan çocuklar. Kurallara fazlasıyla sadık, hafif takıntılı çocuklar. İşin bu kısmında onun oğlu ile Sinan arasında bir fark ortaya çıktı. Oğlu geçmişte erken fark edilen bir hastalık geçirmişti, valla adını da söyledi ama unuttum, bir çeşit sosyal uyumsuzluk rahatsızlığı. Erken fark edildiği için tedavi edilmiş, ve hala özel eğitimi süren bir şey. O hikayesini anlatırken kafama dank etti, çünkü oğlunda görülen özelliklerin çoğu, geçmişte daha hafif şekillerde Sinanda da vardı. Acaba biz farkına varmadan Sinan da mı böyle bir olay yaşadı, bilmem ki. Belki de kıyısından döndü, ya da bir uyumsuzluk vardı ama çok hafif. Ne olursa olsun, Sinan şimdi bana göre inanılmaz bir çocuk. Aklı farklı şeylere çalışıyor, ve ben hala onu keşfetmekle meşgulüm. Çağlayı çok daha iyi tanıyorum, vereceği tepkilere alışığım. Ama Sinan beni çoğu kez şaşırtıyor. Sanki ona yetemeyecek gibiyim. Yetiştirme anlamında ona verebileceğim sadece sevgim var, diğer herşeyi başkalarından öğrenecek maalesef.





Ne diyordum ben ya? Bugün de yazdıkça yazasım, konudan konuya atlayasım var. Oscarı törenlerini bekliyorum. Kızılaya gittik bugün, PS I love you aldım, Elveda Lenin aldım, bir de Ölü Gelin. PS ILU'yu seçince satıcı kim önerdi bunu diye sordu. Öyle bir ses tonuydu ki, yanlış bir seçim mi yaptım lan şimdi acaba dedim. Arkadaşım dedim. Çok güzel bir film, harika bir öneri dedi. Nazlıı, kulakların çın çın öttü mü şekerim? Çocuklar ilk kez biriktirdikleri harçlıkları ile kitap aldılar. Çağla son anda vaz geçti ama Sinanın 3 kitap için bana bir para uzatışı var, görmenizi isterdim. Al sen şu 20 lirayı, bir lirayı da sen verirsin benim yok (kitapların toplamı 21 tl ediyordu) dedi ve oturdu sandalyeye incelemeye başladı aldıklarını. Ne çamura yatma ne sonra öderim ayakları. Sonra simitçiye oturduk, tek bir simit aldım, paylaştılar. Ben çayımı içerken ezan okundu, ikisi ayağa kalkıp dans etmeye başladılar, yan masada oturan hatun bir kahkaha patlattı, bense oralı olmadım. Akşam Monk izlediler, anlamadan etmeden. Sonra kendi başlarına kağıt kesip biçtiler, oyun oynadılar, göya benden gizli tatlı yediler. Bir gün de böyle güzel bitti.

Geçen hafta sevgililer gününde Gülru ile kardeş kardeş bir gün geçirdik. Çok istediğim bir arkadaşlık ilişkisi böylesi, eve gelip artık ne bulursak günü yaşamak, çocuklarla öfkelenip çocuklarla gülmek, hiç bir duyguda canı sıkmamak, karşındakini tanımak ama kendin gibi davranmak. Türkçeye nedense Milyoner olarak çevrilmiş Slumdog Millionaire'yi izledik gece heyecanla. Sonra da bilgisayardaki fotoları yükledik cdlere. Sabah erken kalkma derdi olmasa daha da otururdum şahsen. Bu tarz günleri daha sık yapmak istedim. Hep istiyordum zaten.



Bir takım zanat dakikaları



Daha anlatacak birşey var mı? Şimdilik bu kadar. Feci bir ortaya karışık olmamıştır umarım. Yazdıklarımı bir kez daha okuyamayacağım, Oscar başladı başlayacak. Türk blogları ilgili birkaç yazı okudum, hepsine de hak verdim, birbirinin aynı bir sürü sayfa. Buna benimki de dahil. Hiç bir özgünlüğü olmayan, olmadığı için de takip edilmesi sıkıcı şeyler. Ama yazmak rahatlatıyor. Di mi?

3 yorum:

gülru dedi ki...

vaaayyyy baya kafa bi veli bulmuşun sonunda, sevindim şekerim.
ben de şimdi oscarlı bi filmi daha oscar kazanmadan seyredip sevmiş olmaktan dolayı mutlu hissediyorum, en azından oscar aldı diye önyargılı seyretmedim yaniii. bi daha yapçaz öyle günler geceler kayada bu nöbet durumları oldukça daha çoookkkk yaparıızzzz:)

Nazlila dedi ki...

Kulaklarim cinlamadi ama sen seyrettikten sonra yapacagin yorumlarda veya izlerken beni düsündügünde baya bir cinlayacak eminim :)))

Pinar dedi ki...

kıskandımmmmm:( :)