12 Kasım 2010 Cuma

DETAYLAR, DETAYLAR, DETAYLAR

Dün...

Kahvaltı geçiştirilmemeli. Sıkı olmalı. Bir oturuşta en az 4 dilim ekmek, 3 dilim peynir yemeli. Hal kalmaz yoksa gün için. Gün çok dolu çünkü.

Kahvaltıda sohbet ediyoruz çocuklarla. Oradan buradan, arabadan, okuldan. Hep karışıyorum onlara. Bir ağız tadıyla konuşturmuyorum, ki buna dikkat etmeliyim. Kahvaltı sonrası evin dağınık yerlerini toparlamalıyım, mutfaktan başlıyorum. Çocuklar oyun oynuyorlar odada. Pimapencileri bekliyorum, ama henüz gelmediler. Bugün radyoodtü yok, bilgisayardan dinliyorum ya, modemi açmak istemiyorum sabah sabah. Okula gitme vakti yaklaşırken pimapencileri arıyorum, nerede kaldınız yahuu? Geliyorlarmış... Balkondaki saksıları bahçeye taşıyorum. Bir de, arabada kalan son eşyalarımızı eve. Çocukları bırakırken bir pimapen arabası park ediyor. koşa koşa gidiyorum: bize mi geldiniz? Siz kimsiniz diyor adam. Bana gelmemişler, karşı apartmanda birileri daha balkonunu kapatıyormuş.

Arabamızla son kez çocukları okula bırakıyorum. Sinanabu son kezi hatırlatmamam lazım, hemen ağlamaya başlıyor çünkü. Bu çocuğun yengeçlikten mi, kendinden mi sebep duygusallığı beni öldürecek! Tekrar eve dönüyorum. Bu kez BİZİM için gelen pimapenciler bekliyor kapıda. Hemen uzatma kablosunu veriyor, yemek sipariş ediyor ve mutfağıma kuruluyorum. İnşaat işi, bakmak istemiyorum. Yemek 5 dakika içinde geliyor ve adamlar işe başladıktan yarım saat sonra sofralarında yemek yiyorlar.

Nihayet Fatih Bey arıyor. Biz geldik, hazır mısınız, diyor. Fatih Bey, ve yanındaki Bülent Bey, gençten, ticaretle uğraşan, az şaşkın, benden 1000 fersah uzakta enteresan tipler. Onlarla noter aramaya başlıyoruz Esat'ta. Fatih Bey kocaman Audi arabasını 5 dakika için 5 TL vererek park ediyor cadde üzerine. Girdiğimiz ilk noterden, Bülent'in (artık bey demeyelim, tanıştık sayılır) nüfus cüzdanındaki büyük sorun yüzünden kızgınlıkla ayrılıyoruz. Nüfus cüzdanının soğuk mührü yok, ehliyeti ise kırık. Kızgın olması gereken noter, trip atansa bizimkiler... Oradan Kurtuluş'ta başka bir notere gidiyoruz. Arkadaşlar, bir gün noterlik işiniz olursa,ne olur oraya bir uğrayınız. Hatta boşverin işi, Kurtuluş Parkında dolaşmaya çıktığınızda, ya da ne bileyim canınız sıkkınken de gidebilirsiniz. Görüp görebileceğiniz en değişik noter ve baş katibi barındırıyor bu müessese. Noter hanım mini etekli, saçları küt kesim, Japon yüzlü ve aynen Japon boylarda, ağzındaki sakızı durmadan balon yapıp patlatan, samimi, heyecanlı bir tip. Bizimkilerin nüfus cüzdanını ve ehliyetini görünce buruşturduğu yüzü dışında sevilesi bir kişi aslında. Evet, yeni bir kimlik alınmadığı için sorunumuz devam ediyor, bu cüzdanla sittin sene bir işlem yapılmaz deniyor. Ve Fatih Bey, e benim adıma olsun o zaman diyor. Tamam diyoruz, işlemleri o şekilde başlatıyoruz. Fakat o da ne, bu kez benim kimlikte, daha doğrusu doğum tarihinde bir hata. Nassı yani, başka bir tarihte mi doğmuşum diyorum. Yok diyor stajer gibi tecrübesiz kız, emniyet yanlış girmiş, ben bi soriim başkatibimize. Ve sonra içeriden Elvis Presley çıkıyor. Bülent,anaa bak Elvis gelmiş diyor. Bunu söylerken çok komik, insan o tipte birinden böyle bir dikkat beklemiyor. Hakikaten Elvis, hani sonraki yıllarında göründüğü gibi, göbekli, yıpranmış, ama saçlar hala havalı. Başkatip Elvis...

Bizim iş zor da olsa halloluyor. Ve beni eve bırakıyorlar. Arabamdaki son çöpleri alıyorum, elimde torba canım Marea'ma son kez bakıyorum. Off, 7 sene ne çabuk geçmiş...

Eve geldiğimde pimapenciler kasayı takmışlar, camları getiriyorlar. Hemen çay demliyorum onlara. Dizi filan izliyorum sonra, canım ev için birşeyler yapmak istemiyor. 5 gibi Kaya geliyor,bu kez onunla çay içip diziye bakıyoruz. Çocukları alıyor,eve geliyor. Ben yemekleri ısıtırken üst komşu Saliha Teyze tıklatıyor kapımızı. Kapıcı, diyor, dil papuç gibi, şikayetlenince anahtarı verdi, diyor. Bundan böyle herkes kendi çöpünü atacak, 170 TL az para mı, beğenmiyor eşeğe bak, diyor. Kaya ile hep kafa sallamadayız...

O gidince üzerime hemen paltomu alıp çıkıyorum. Sinanın öğretmenine. Annesi vefat etti geçende, baş sağlığına. Kapıda diğer velilerle karşılaşıyorum. Öğretmenin evi sıcak, kalabalık ve gürültülü. Ve üstelik papağanı gayet başarılı şekilde zil taklidi yaptığından 2 dakikada bir kapıyı açıyoruz. Yanımdaki ile saçlarımdan, arabalardan, balkon kapamaktan filan bahsediyoruz. Ablukaya aldım gibi kadını. Sıkılmıyor yine de, galiba her şekilde iletişim kurmanın derdinde. Sonra 7 çeşit yiyeceğin olduğu tabaklar geliyor, çaylar demli. Dört bir yanımda dedikodular uçuşuyor,kendimi koruyabileceğim mesafedeyim neyse ki. Sonra bir anda herkes ayaklanıyor, içerideki oturma odasına gidiyor. Papağanı dans ettiriyorlar, cep telefonlarıyla da fotoğrafını çekiyorlar. Noluyo ya?

Eve gelince Kaya çıkıyor. Biz de çocuklarla takılıyoruz salonda. Ama ne konuştuk,ne yaptık hatırlamıyorum. Sen onca detayı anlat, en önemlilerini unut. Çipleyeceğim kendimi, yedekleyeceğim sonra. Günü gelince taksınlar teybe bebelerim, hatırlasınlar çocukluklarını.

Bugünü de yazacaktım galiba. Ama Kaya geldi, salona ışınlanmam gerek acilen. Zaten bugün bişi olmadı. Gülru geldi akşam. Jack Lemmon / Shirley McLaine'li film izledik, yarısında gittiler ama.

Yarın ise daha yaşanmadı. Hadi hayırlısı.

1 yorum:

Pinar dedi ki...

hahahaaa kurban bayramında kurbanlık olmuş arkidişim...offf bu ne koşuşturma offfff.....