6 Ekim 2008 Pazartesi

BU DA ÖZLEMKUŞUN GÜNCESİ




Günler gelip geçiyor ve ben trene bakar gibi bakıyorum.

Aslında şikayetçi olduğum hiç bir şey yok şu sıralar. Şikayetçi olma durumunu sevmiyorum. Arada dayanamayıp söylensem de, dertleri alakasızca dışa vurmanın, dertlerime bir çare bulduğuna şahit olmadım şimdiye kadar. Bu hali ne zaman kazandım bilmiyorum, çünkü üniversite yıllarında hatırladığım tek şey ona buna şikayetlenen, hayatından mutsuz ve umutsuz bir tip olduğum. Hayatın deneyimleri işte.

Bayram tatilimiz Ankarayı bekleyerek geçti. Bana kalsa İstanbula gitmeyi çok isterdim, ama Kaya çok alakasız zamanlarda nöbetçiydi, üstelik tam da tatilin başladığı cuma günü bir çevirim geldi. Ben çeviriyi yapmayı çok sevdiğime karar verdim. Buna daha önce de karar vermiştim fakat bazı şeyler beni çeviriden soğutmuyor değildi; kısıtlı zamanda teslim edilmesi, daha önce karşılaşmadığım bir konu üzerine çeviri yapmam. Fakat geçirilen uykusuz gecelere, özlenen aktivitelere, çocukların bir şekilde ilgisiz kalmalarına, düzenimin bir süreliğine bozulmasına rağmen, çevirinin son kontrolünün yapılıp mail kutumdaki gönder tuşuyla karşı tarafa iletilmesiyle içimde beliren mutluluğu, huzuru hiç bir şeye değişmem. Oh, bunu da kazasız belasız atlattık, bilmediğim bir sürü yeni terim ve kelime de yanıma kar kaldı...

Bu şehri ne kadar sevdiğimi gün geçtikçe daha çok anlıyorum. Çok sebepsiz bir artış var sevgimde. Etrafımda herkes Ankaranın ne de çok değiştiğinden bahsederken, ben şehrime apayrı, sadece bana özel bir yerden baktığıma karar veriyorum. Bana göre değişen çok da bir şey yok. Çünkü aradığım özel bir şey yok. Geçmişimdeki anılarım, şu an yürüdüğüm yollar beni buraya bağlıyor, yoksa çevre şehirlerden gelen insanlar ve şehrin değişen silüeti değil. Umarım bu duygumu değiştirecek tuhaf işler dönmez çevremde.

Çağlanın ilk dönemler ödev yaparken yaşadığı sıkıntılara da bir haller oldu. Bayram tatili bir çok veliye göre herşeyin başına dönmekti; disiplinin de, öğrenilen şeylerin de. Ben ise, tüm saflığımla bir nebze olsun dinlenecekler diye sevinmiştim. Çağla beni haksız çıkarmadı. Dinlendi, tatil süresince okul fikrini yavaş yavaş benimsedi ve benim öğrenciyken her daim yaptığı pazar günü mızmızlıklarını yapmadı. Bugün, çok mutluyum ki, iki çocuğum da okuldan dönerken pek şendi. Sinan hafta sonlarının kalkmasını diledi, her gün okul olsun diye. Çağla ise ikiletmeden ödevinin başına geçti, gıkını çıkarmadan benim dikte ettiğim cümleleri yazdı, sonunda okul çantasını yarına hazırladı. Huzurluyum...

Murakaminin "Zemberekkuşunun Güncesi" kitabını okuyorum. Kimilerince en baba kitabı olarak adlandırılıyor ve ben Türkçesini okuyup da bunu söyleyebilenlere şaşıyorum. Kitap sürükleyici, fakat okuduğumdan çok da zevk alamıyorum doğrusu. Garip garip cümleler, çeviri kokan tuhaf kelimeler... Belki de bende var bir tuhaflık, bu Türkçe işine fazla takılıyorum. Ama uzun süredir hiç bir kitap bana, lise yıllarımda okuduğum ve geçmiş zamanda çevrilmiş kitaplardaki hazzı vermiyor. Bilmem ki dikkate alır mısınız beni ama, çeviri bir kitabı alırken çevirmenine özen göstermekle kitaptan alınacak zevki, kitabı eksiksiz okuyabilmeyi garantiye almış olursunuz. Çünkü kaliteli bir kitap çevirmeni, kaliteli yayınevleri ile çalışır ve kaliteli yayınevleri kitapları kısaltmaz! Aslı Biçen en iyi örnektir bana göre, onun çevirdiği her kitabı gözüm kapalı alabilirim.

Kitap demişken, Alkım Kitabevi 50 YTL'lik alışverişlerde %50 indirim yapıyor. Biz bunu Kayadan duyduğumuzda bayramın 3. günüydü, babamız nöbete gitmişti ve yapacak fazla da bir işimiz yoktu. Attık kendimizi Alkıma, yaklaşık bir saatin sonunda üç torba dolusu kitapla evin yolunu tuttuk. Çok zevkliydi, hayatımın en güzel alışverişlerinden biriydi diyebilirim. Okumayı ne zamandır düşündüğüm, ama bir şekilde alamadığım ne kadar kitap, ne kadar yazar varsa, o torbalarla evimize teşrif etti. Kitaba ödenecek parayı hiç önemsemesem de, korsana dalmadan yarı fiyatına aldığım için ayrıca mutlu oldum.

Çocuklar, saatleri ve günleri sürekli değişen bir yüzme kursuna gidiyorlar. Yüzme hocamız pentatloncu yetiştirmeyi koydu kafasına. Bunun için de haftada iki akşam koşuya başlattı öğrencilerini. Bizimkiler için çok erken olsa da, disiplin ve birlik olma adına kafamda 40 iş de olsa götürüyorum çocukları. Şöyle diyebilirim ki, yüzmeden çok daha fazla hevesle katılıyorlar koşuya. Bana edilen, siz de koşun, en azından yürüyün teklifini ise, spor ayakkabım yok bahanesi ile atlatabildim. Bunu sporcu bir adama söylemektense biraz utanç duydum...

İstanbula gitmeyi çok istiyorum, bunu şu sıralar imkan yok yapamayacağım için de hafif bir üzüntü var içimde. Günlerin ne getireceği belli olmaz, bakarsınız havalar daha da soğumadan çocukları babalarına bırakmayı göze alıp atlamışım arabaya. Hiç bir şeye yetmeyecek olsa da, iki gün iki gündür.

Şimdi gidiyorum, yine geleceğim. Burayı uzun süre ihmal etmem zamansızlığa ve biraz da isteksizliğe bağlı. Yazmayı istediğim zaman bilgisayar başında olmamam da başka bir etken. Hem, gördüğüm evler isimli sitemin de ilk girdisini bitirdim. İkincisi Nazlının evine yaptığım ziyaretten sonra yazılacak, duyurulur...

2 yorum:

Nazlila dedi ki...

Cok dolu bir blog ve ben hangi paragrafa yorum yapayim bilemedim simdi!
Daha dün Işıl'la mutlu olamama ve her seye sikayet edip söylenme hali üzerine sohbet ettik ve ben itiraf ettim, ben sürekli söylenen bir tip oldugum icin günü ve ani kaciriyorum, yani senin üniversitedeki halinin devamiyim hala.. Nasil kurtulucam bu hastaliktan?
Yanlis mi hatirliyorum, gecen sene miydi neydi, ailece baska bir sehre tasinma fikriniz cikmisti ortaya!! Ankara'yi cok seven biri olarak beni bir nebze korkutmustun, ama simdi ise sevindirdin, sen ve ben bu sehri kolay kolay terkedemeyiz galiba! :)) Üstelik ben de cok söyleniyorum bu sehir cok degisti diye ama yine de gitmem, gidemem!!

neptuneptun dedi ki...

valla eziyet kızım ya söylenmek, yoksa söylenecek bin tane şey var dünyada...
ben; yılda bir değiştirdiğim evlerden, üç yılda bir taşındığımız farklı şehirlerden, hiç birinin adını bile hatırlayamadığım ama çok sevmiş olduğum arkadaşlardan, gitmiş olduğum ve sayısının unuttuğum okullardan sonra yerimi bulduğum için seviyorum sanırım Ankarayı. Artık benim de bir yuvam var ya şu dünya üzerinde, iyi ya da kötü çok fark etmiyor sanırım.