11 Ocak 2009 Pazar


Son yazıdan beri çok zaman geçmemiş amma sanki aylardır yazmamışım gibi hissediyorum buraya. Aslında genel olarak bilgisayara karşı bir soğuma hissediyorum kendimde, böyle bir süredir fazlasıyla samimi olduğunuz, fakat çok da yakın olmadığınız birine karşı duyulan "yeter bu kadar" hissi gibi bir his... Bilgisayarı ve interneti bir şahıs olarak düşünürsek, ki ben internet kesildiğinde veya bilgisayar donduğunda ettiğim küfürlerden, lenli menli konuşmalarımdan düşündüğümü anladım, çok tehlikeli (tıpkım Gossip Girl'deki Corcina gibi) bir arkadaşla yüz yüze olduğumuzu varsayabiliriz. Sana herşeyini veriyormuş gibi görünen, ve fakat karşılığında o çok değerli zamanını çalan, pis, ketum, saman altında su yürüten bir arkadaş. Fazla samimi olmaya gelmez, gün gelir tak! yarı yolda bırakır insanı bunlar. İşte bu hainliği fark ettiğimden beri bilgisayar ve internete haddini bildirme operasyonuna başladım. Beni hiç bir zaman anlamayacak ve dinlemeyecek olan muhatabıma bunu nasıl yaptım; elimde çeviri olmadığı zamanlar karşısına geçip her zamanki gibi eee hadi beni eğlendirsene demedim, boş vakit bulduğumda hep yaptığım gibi du bir bakayım belkim yarım saat içinde yeni bir mail gelmiştir deyip karşısına kurulmadım, sabahları modern sabahlara eşlik eden hürriyet.com sayfasını açmamakta direttim. Ve fakat bunların yerine bilgisayar ve internetin yaşça büyük kuzenleri olan televizyona haddinden fazla ilgi göstermeye başladım. Hele ki dün akşam, onca yoğun geçen ve kafamın doluluktan patlama noktasına geldiği haftasonunun ardından, tüm işlerimi hallettikten, Çağlanın tüm ödevlerini bitirdikten, çocukları yedirip içirip yatırdıktan, Kayaya çay-kahve hizmetinde bulunduktan sonra, ki gece 12 civarına tekabül ediyordu sanırsam, geçtim tv karşısına, açtım cnbce/tnt ikilisini (bir ona bir öbürüne, benim zap anlayışım iki kanalla sınırlı galiba), bir güzel izledim monkumu filan. Farkındayım, bir hainden diğerine geçiş yapmaktan öte birşey değil benimki, ama televizyon o kadar yıldır hayatımda ki, ona artık tüm falsolarını hoş karşıladığım ama gerçek yüzünü de bildiğim bir dost edasıyla yaklaşıyorum...

Konuyu değiştirmem lazımdır acilen, şimdi tıkanırsa bilgisayar görürüm günümü...

Bizim bir kedimiz var artık. Adı Kristal Boncuk. Bana bakmayın, çocukların seçimi. Boncuk'u anladım da Kristal'i bulmak için bir insanın epey düşünmesi lazım. Çağlanın da öyle uzun uzadıya düşündüğünü sanmam. Belki de çok önceden planladı, kedimiz olunca ona orijinal ve tuhaf bir isim koyayım, yaratıcı görünürüm hem, diye. Fakat çocukların seçimlerine saygı duymayı zor da olsa kabullenmiş biri olarak hiç bir itirazım olmadı isimlere. Boncuk'u Sinan seçti, ama şimdi kediye Canenko gibi bir isimle hitap ediyor. Nedendir, ne olup bitiyordur bilmiyorum, dedim ya seçim/saygı/zorlanma üçgeninde gidip geliyorum... Kedimiz, adı ne olursa olsun, evimize hoş bir hava kattı. Sabahları onun tırmıklarıyla güne merhaba demek, artan yemekleri çöpe atmak yerine mama kabına boşaltmak, eve geldiğimizde ilk iş kedinin saklandığı yeri bulmaca oynamak, elimizde yüzümüzde tırmık ve ısırık izleriyle dolanmak, çocukların kediye tavırlarını izlemek (Çağla 40 yıldır kedi sahibiymiş gibi davranırken, Sinan korkmak ama yine de eksik kalmamak arasında gidip geliyor), Kayayla kedi babası diye dalga geçmek ve anında irileşmiş bir çift gözle muhatap olmak, 4 gündür evde kırılan dökülen eşyaları sayamamak, kedi cinsinin bir evi bu kadar çabuk sahiplenmesine şaşıp kalmak... İyi ki almışız diyeceğim ama daha geleli 4-5 gün oldu, hani aradan bir iki ay geçince anlayacağız hanyayı konyayı. Her şey tamam ortam olarak, şimdi bana bir çift eldiven (Elif Şafak yazarken takıyormuş) bir de dev bir kütüphane lazım (tüm yazarlar onun önünde poz veriyor objektiflere naapiyim), onlar da oldu mu tutmayın beni, zorla yazar olup çıkacağım...

Kazuo İshiguro isimli Japon asıllı İngiliz yazarın bir kitabını bitirdim: Değişen Dünyada Bir Sanatçı. Adamın daha önce bir iki kitabını okumuş ve çok beğenmiştim. Ne Japonlar kadar uzak ne de İngilizler kadar soğuktu. Üstelik ben onu 100 yaşında sanırken hep topu 50lerinde olduğunu öğrendim (gençti yani, ve ben yukarıdaki soğuk/sıcak/uzak/yakın yorumunu adamın yaşlı olduğunu düşünerek yapmış ve takdir etmiştim dedenin dengeli kalemini). Bu kitap hakkında yazabileceğim tek şey var: bi _ok anlamadım. Çok öylesine okunacak bir kitap gibiydi, bilmem ki belki Kızılaya gittiğim bir gün, 1 saatlik boşluğumu doldurmak için kitabı öööylesine aldığım için intikam aldı benden (bu nesneleri kişiselleştirme işinden acilen vazgeçmeliyim, gün gelecek klozetimizin benimle sohbete giriştiğinden filan bahsedeceğim). Şimdi Umutsan'ın verdiği Cortazar öykülerine başladım. Hayatımda ilk kez Cortazar okuyacağım, neyse ki yaşını (ve artık yaşamadığını) biliyorum, öyle olur olmaz kafama göre yorumlarda bulunmayacağım.

Ev avcısı blogumu acayip salladım, farkındayım. Sanırım kafamda oturtmaya çalışıyorum hala. Bu kafaya oturma hikayesi benim her hangi bir işte en zorlandığım kısım. Oturtuyorum, kalkıyor, dur gitme diyorum, daha iyisi gelecek diyor (bi kafamın içi kalmıştı muhatap olmadığım). Daha iyisinin gelmesini beklemek, daha doğrusu anlamak zor oluyor kimi zaman, zira iyi ve kötü kavramları tam gelişmedi bende, ki bu çok farklı ve şimdi hiç girilmemesi gereken bir konu. Yani kısaca, sıra Gülruda ve ben fotoğraf makinemde yeni özellikler keşfettiğim için az daha bekleyeyim diyorum. Ya da beklemeden başlayayım, ne çıkarsa bahtımıza..

Çocukları alma vakti, ben gidenzi, yerime daha iyisi gelir mi bilmem.

4 yorum:

Nazlila dedi ki...

Bu gectigimiz son 3 hafta icinde ben de evde nete pek girmedim ve hatta o kadar mutlu oldum ki tv'yle ve dvd'yle baristigima.. Meger ne kadar özlemisim film izlemeyi, dizi takip etmeyi.. Ama var ya Ösi, bence hayatimizin her alaninda bu sıkılma, bıkma eylemlerini illaki yasiyoruz, ister arkadaslarimizla, ister esyalarimizla.. Sanirim en güzeli dengeli bir bicimde zaman zaman dönüsümlü olarak bir seyi kullanmak (esyalar icin diyorum tabii bunu).. :))

Nazlila dedi ki...

En kisa zamanda bir ev blogu bekliyoruz senden, sakin boslama..

Bu arada Kristal hanim cok tatli, en kisa zamanda sevmeye gelicem kendisini. Simdi düsündüm de kristal bence boncuk a göre daha yaratici aslinda. Cagla'yi tebrik etmek lazim.. :))

Pinar dedi ki...

canım şu eşyaları kişiselleştirme olayına çözüm bulunca acil haber et emi....:)

neptuneptun dedi ki...

Pino şimdi fark ettim kelimenin yanlış olduğunu:(( kişilik kazandırmak diyeceedim ya da uydurayım insanlaştırma.