2 Temmuz 2010 Cuma

Ne güzel günlerim var benim böyle. Nasıl huzur dolu ve sakin... Yanımda çocuklarım uyumakta, diğer yanda bir vantilatör, böyle eski tip ayaklı olanlardan, beni bir güzel serinletiyor. Sivrisinek ilacı takılı prizde, babam balıktan geldiği için şu an 25. uykusunda ve sırf bundan sebep bilgisayarı bende...

Kuşadası, ve yazlık, ve Ankaradan uzak olmak, ve uzun yol, hiç biri bu sene keyfimi bozmadı. Sadece bir şeye köpürdüm; geldiğimiz gün Kayanın bavulumu fermuarı açık bir şekilde taşımaya çalışması ve sonunda içinde ne var ne yok yağmurdan ıslanmış yola dökmesi. Ne var bunda kızacak diyeniniz varsa eşyaları ile yağmurlu bir gün geliversin beni görmeye!

Tatilimin iki gününü İzmirde, çoluk çocuk ve anne baba ve arkadaş olmaksızın geçirdim. Değişik bir deneyimdi. Öyle aman aman göbekler atmadım yalnız kalacağım diye. İzmiri gezmekti niyetim daha çok; sahaf bulayım, Alsancakta ara sokak gezeyim, Karşıyakada kaybolayım. Falan filan. Hepsini yaptım amma. Sahaftan yemek kitabı aldım bir güzel. Hem de bende geri kalan 3 kitabı olan bir serinin son cildi. Sonra Ivan Ilyiçin Ölümü'nü aldım. Çook eskiden okumuştum, adını hatırlıyorum, ama nasıl ölmüş, kim öldürmüş ve tabi ki Ivan Ilyiç kimmiş, hiç birinden haberim yok. Sonra, tam da bu dediğim sahaftan çıkmış, Karşıyakanın dar sokaklarında kaybolup deniz kıyısını bulayım diye hayaller kurarken, hayaller kurmayı fazla kaçırdığım her sefer başıma gelen geldi: aniden cırcır oldum... Ne kadar kaybolsam o kadar iyidir, bir sürü yer görürüm dediğim için cırcır geldiğinde kıyıyı bulamadım. Elimde yemek kitabımın ve İlyiç amcanın poşeti, fotoğraf makinemin çantası, biraların olduğu ve çın çın öten torba, ve bir adet şaşal su ile koşturdum durdum sağa sola. Meğer Karşıyakada kıyıya ulaşmak ne zormuş, meğer o sokaklar ne darmış, meğer ben ne becerikliymişim içerilere dalmakta. İnsanın altına yapmamak için ne kadar terleyebileceğini unutmuşum, dünyadaki en, en önemli şey o an tuvalete ulaşmak. Servet dökseler hayır ben kakamı rica edeyim derdim, anlayınız.

Sonra, Alsancak'ı, Kemeraltını gezdim durdum. 1993 yılında sınıfça gittiğimiz İzmir ile şimdiki İzmiri karşılaştırmaya çalıştım. 93'te Kemeraltında bir yere gitmiştik mesela, böyle eski bir han ama restore edilmiş gibi gibiydi. Bir adet dükkan açıktı sanırım, onda da otantik (yani pahalı) şeyler satılıyordu. Ya da satılmıyordu ve ben herşeyi yanlış hatırlıyordum. Kemeraltı gezimin en büyük amacı da olmayan bir hanı aramaktan ibaretti. Kemeraltını eskiden çok severdim, şimdi sevesim gelmedi. Orada da kayboldum itina ile, ama beni derinden sevindirmedi kaybolmam. Daha kendi tarzım yerler aradım, ve fakat yerine bin tane Çin dükkanı karşıladı beni.

İzmirliler her geldiğimde şaşırtıyor beni, çok değil ama. Mesela sokakta yemek kavgası eden iki kediye, yoldan geçerken öylesine laf atan genç (kavga yok kavga yok hadi bakayım). Sonra vapur iskeleye yanaştıktan 5 dakika sonra hala ilerlemeyen yolcu kalabalığına, görevlinin seslenmesi (sayın konuklar hadi gidin, daha yolcu alacağız). Herkes öyle sakin ve vurdumduymaz ki, yanlış olan benmişim gibi geliyor (merak etme geçer zaar). Korna yok, gürültü yok, bağırış hiç yok. Ama yok oğlu yoklar bununla kalmıyor ki; sempati de yok, ilgi de yok, iltifat da yok işte. Günün birinde ile başlayan ve içinde İzmir geçen hiçbir cümleye sıcak bakmıyorum bu yüzden. Sanırım yaşamam böyle bir şehirde. Ama Alsancak güzel...

Çocukları Doğal Yaşam Parkına (Allahım nolur ismi doğru olsun) götürdüm. Güzel bir gündü, bu kez hiçbir hayvana dokunmadık ama (geçen sene bir zürafa burnu ve bir dev kaplumbağa kabuğu okşamışlığı vardı çocukların). Turistlik çekerse canınız, gidin görün derim.

Bir dee, bir dee... Pınara elbise bulacağım diye 103 adet pazar gezdim. Ve fakat istenilen elbiseyi bulamadım. Belki yarın 104.de bulurum:) Sonraa, IKEA olayımız oldu iki kez. İkisinde de Yıldız Teyzem değişmez yol arkadaşım oldu. Hiçbir şey aldığına şahit olmadım ama orada hayaller kurarak gezmek ona yetiyor işte. Hem öyle zırt diye cırcır da olmadı...

Bu sene az kişi var burada. Ya da bana öyle geliyor. Çocuklar deniz, havuz, televizyon arasında gidip geliyor. Huzurlular. Buradaki çocuklarla oynamıyorlar. Geçen senelerde üzülürdüm, aralarını yapmaya çalışırdım. Bu sene hiiiç umurumda değil. Herkesle arkadaş olmaları gerekmiyor, de mi ama.

Buraya foto eklemeyi çok isterdim amma keyiften unuttum gitti ara kabloyu... artık dönünce.

Hadi benden bu kadar hanımlar beyler... Cumadan itibaren Ankaradaki kışlığımız yeniden hizmete açılıyor. Çoluk çocuk torun tombalak herkesleri bekleriz, ayırt etmeden.

1 yorum:

gülru dedi ki...

biz ve kolilerimizz hasretle yolunuzu gözlüyoruzzz:))
o kemeraltındaki han kızlarağası olmasın sakın??